Terörü meşru görenlerin barışı savunması zulümdür
Hdp'li bir aydın geçen gün canlı yayında, “devlet sözlerini yerine getirmez ve Kürtlere hakları verilmezse pkk silahı bırakmaz” diyordu. Sanki Suruç katliamı öncesi savaş kararı almış ve...
Hdp'li bir aydın geçen gün canlı yayında, “devlet sözlerini yerine getirmez ve Kürtlere hakları verilmezse pkk silahı bırakmaz” diyordu. Sanki Suruç katliamı öncesi savaş kararı almış ve savunmasız insanları katletmeye çoktan başlamış bu örgüt bugün Kürtlere verilmeyen haklar yüzünden saldırıyormuş gibi!
Zaten sınır dışına çıkacak olanların siyasete geri dönmesi konusunda vesaire gerekli adımları atmadığı gibi Kürt meselesinin çözümünde de vaat ettiği hiçbir şeyi yapmamıştı bu aydına göre devlet. Örgütün istediği an vatandaşlara ve devlete karşı silaha başvuracak bir gerekçe bulmasını aleni bir biçimde meşrulaştırıyordu. Bu şiddet karşısında bir an donakaldım.
Dediklerine samimiyetle inandığını biliyordum. Fakat bunun ne kadar tehlikeli bir dil olduğunun farkında değildi, asıl sorun buradaydı. Çünkü yine samimiyetle barışı savunduğunu söylüyordu. Daha doğrusu, barışı asıl savunanların kendisi gibi düşünenler olduğuna iman etmişti. Çünkü “İslamcı bir dar görüşlü”ye oranla elbette daha “gerçekçi,” daha “geniş ufuklu” ve daha “sıhhatli” bakıyordu onlar hayata, dünyaya.
İdeoloji ve kimlik üzerinden bir zulüm / adalet terazisi kurmanın anlamsızlığını elbette o da biliyordu sorsanız. Bilmek ile bilmeden davranmak arasında kendini ele veriyordu ama. (Devletin de kuşkusuz bu süreçte pek çok hatası, yol kazası, yanlışı var. Bunları kayda geçirmek de en çok süreci destekleyenlerin sorumluluğunda olmalı.)
90'ların şiddetini, 80 darbesini, 70'lerdeki sokak çatışmalarını yaşamış bir kuşak olarak devletin ceberut yüzüne fazlasıyla aşinayım. Faili meçhul kalan cinayetler, katliamlar, sokak isyanları, mafyozik ilişkiler ağı, kirli para, gladio, jitem, ortam olgunlaştırma operasyonları derken...