Bediüzzaman ve Halkçılar (1)
Tek parti sultasının hükümfermâ olduğu devirde (1950 öncesi) en ziyade zulme, baskıya uğrayan, en ağır işkencelere mâruz kalanların başında, hiç şüphe yok ki Bediüzzaman Said Nursî...
Tek parti sultasının hükümfermâ olduğu devirde (1950 öncesi) en ziyade zulme, baskıya uğrayan, en ağır işkencelere mâruz kalanların başında, hiç şüphe yok ki Bediüzzaman Said Nursî gelir.
Zincirleme yaşanan sürgünler, zindanlar, tecritler, mahkemeler, zehirlenmeler..., bu acı gerçeğin en açık bir delili, izahı, ispatı...
Bediüzzaman Hazretleri ise, kendisine karşı yapılan bütün bu bed muamelelere rağmen, intikam emeli beslemiyor. Rövanşist davranmıyor. Reaksiyoner tarzda hareket etmiyor. Muhasım muarızlarıyla bu dünyada bir hesaplaşma içine girme plânı yapmıyor.
Peki ne yapıyor ve nasıl bir davranış sergiliyor?
Öncelikle, kendisine karşı yapılan emsâlsiz zulüm ve haksızlıkları olduğu gibi ifade etmekle beraber, yine de affedici davranıyor ve şahsî hakkını helâl ettiğini gayet açık bir lisân ile deklare ediyor.
İşte, bu çift taraflı çarpıcı realitenin bizzat kendi sözleriyle son derece net ve özet halindeki bir ifadesi: “Meselâ, bir parti (Halk Partisi) bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hattâ otuz senede hapisler, tazyikler de olduğu halde, hakkımı helâl ettim.” (Emirdağ Lâhikası)
Bu ifadeler, esasında “Bediüzzaman ve Halkçılar” konusunun ana eksenini de tarif ve tayin ediyor.
Dolayısıyla, bu konuya dair şeyler yazan veya konuşan kimseler, bu ana eksene ve burada kurulan aklî-vicdanî dengeye dikkat etmek durumunda. Aksi halde, ciddî mânada kaymalar, sapmalar, inhiraflar kaçınılmaz hale gelir.
Bu önemli hatırlatmanın ardından, konumuzun gelişme seyrine bakmaya çalışalım.