Beraber ağlıyoruz, hüsrân-ı İslâma

Üstad Bediüzzaman’ın kısacık Eddâî’si şu mısralarla başlıyor:Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde Said’den yetmiş dokuz emvât...

Üstad Bediüzzaman’ın kısacık Eddâî’si şu mısralarla başlıyor:
Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde

Said’den yetmiş dokuz emvât bââsâm âlâma

Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş

Beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâm’a.

* * *

Türkiye ve âlem-i İslâmın yaşamakta olduğu özellikle şu son acılar, kayıplar, kıtâller, sukût-û hayaller, velhasıl hüsrân ve hasâretler, sadece hayatta olanları değil, mezarında yatanları dahi ağlatıp yüreklerini dağdâr ediyor.

Öyle ki, umumî manzaraya bakınca insan, asırlık mezar taşlarını bile ağlar bir vaziyette görüyor.

Mesele o derece elim, o derece vahim, o derece hüzün ve hüsrâna bulanmış bir mahiyet arz ediyor.

Büsbütün ümitsiz değiliz elbet; ancak, yakın vâdede kurtarıcı veya ümit verici bir ışık, yahut bir deniz feneri, ne yazık ki görünmüyor.

Orta ve uzun vâdede ise, hiç şüphesiz ümidimiz de, yakînimiz de var elbette...

Başka türlü yaşanmaz zaten, yahut yaşamanın bir mânâsı kalmaz.

* * *

Türkiye ve yakın çevresinde (Irak, Suriye, Filistin), gün geçmiyor ki, kanlı hadiseler yaşanmasın.

Dökülen kanların hemen tamamı Müslümanlara ait; vâ esefâ ki, zahirdeki katil de, maktül de Müslüman...

Ölen, yahut ağır şekilde yaralananların sayısı ise, artık tek haneli rakamlara sığmadığı gibi, çoğu zaman yekûnu ancak üç haneli rakamlarla ifade edilebiliyor.

* * *

Bilhassa son 14 yıldır Irak, Suriye, Filistin ve Türkiye’de yaşananları, İslâm dünyası, özellikle Ortadoğu coğrafyası, cihana hükmeden Osmanlı’nın 400 yıllık (1517-1917) uzun tarih devresinde bile yaşamadı.

Dört asırlık bir devir nerede, 14 yıllık bir zaman dilimi nerede?

Demek ki, bir yerlerde ciddî bir yanlışlık var ve o yanlışın büyüğü de bizde, yani Osmanlı’nın mirasına konmuş olan Türkiye’de ve Türkler’dedir. Zira, burası düzgün olduğu zamanlarda, diğer İslâm beldelerinin sıkıntısı hep azalmış, karışık halleri düzelme yoluna girmiştir.

İşte, tarihin tescilinde olan bu gerçeği görmemek, yahut görememek ise, katmerli bir hatanın, sunturlu bir yanlışın varlığını gösterir. Her ne ise...

* * *

Tarihin tescil ettiği bir diğer husus şudur ki: Osmanlı, her nereye gittiyse, İ’lâ-yı kelimetullah için ve İttihad-ı İslâm sancağıyla gitti. Fethettiği bölgelerdeki huzuru, sükûnu, adâleti, barışı, güveni... aynen bu ruh ve mâna bütünlüğü ile muhafaza edebildi... Osmanlı’nın gidişiyle birlikte, bütün bu güzellikler de gurûba, zevâle, sönmeye yüz tuttu.

İşte, tam da o noktada, tam da o vetirede “zamanın bediî” Said Nursî ve onun telifâtı olan Nur Risâleleri meydân-ı zuhûra çıktı.

Kim ne derse desin, bu vukuât, aynı zamanda bir tarihî zuhûrat ve hakikattir. Kezâ, Allah’ın takdirinden başka hiç kimsenin böylesi bir tevâfukatı ayarlama gücü, kuvveti, kudreti de yoktur ve olamaz.

Esasen, aynı süreç itibariyle, Risâle-i Nur’dan başka alternatif olarak gösterebileceğimiz bir başka ilim-fikir cereyanı da bulunamamaktadır. Aksini iddia ile “Vardır” diyen, bunu her halde göstermesi, iddiasını ispat etmesi lâzım.

* * *

Tarihî dönüşümleri, ülke ve toplumları etkileyen fikrî-mânevî faktörleri az-çok bilen, bunu yıllardır araştıran ve tahkik ederek bundan gerekli dersleri çıkarmaya çalışan bu fakir kardeşiniz, bütün mevcudiyetiyle ispatına da hazır bir sûrette dâvâ edip diyor ki: Kur’ân’ın bir dellâlı olan Bediüzzaman ve Risâle-i Nur, bu asrın bir hakikati ve bu çağın bir gerçeğidir. Müslümanlar ve bilhassa bu coğrafyanın insanları olarak, bu hakikate bîgàne kalarak veya ondan sarf-ı nazar ederek, varabileceğimiz hiçbir adres, bulabileceğimiz hiçbir çıkış noktası yoktur.

Evet, bu bir İlâhî takdir meselesidir ki: Kur’ân’ın malı olan Risâle-i Nurlar, Türkleri, Kürtleri, Arapları, vesâir İslâm unsurlarını aynı potada buluşturan ve kaynaştıran hem imânî, hem içtimâî müessir reçeteleri ihtiva ediyor. Bunun haricindeki ilâç ve reçeteler ise, en azından usûl itibariyle, ne yazık ki aksî-tesirlere yol açıyor: Mısır’da, Libya’da, Irak, Suriye, Filistin ve Afganistan’da olup bitenler de bu realiteyi gözler önüne seriyor.

Netice itibariyle, teröre bulaşan etnik ve mezhebî çatışmanın Türkiye’ye sirayet etmesi de, yine o hariçteki cereyanların tesirine kapılmaktan ve bilhassa Risâle-i Nur’da vâzedilen kudsî prensiplere riayet etmemekten kaynaklandığına inanıyoruz.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Meşrûtiyetten önceki Şûrâ 01 Nisan 2018 | 268 Okunma Türk Ocakları ve Barbaros heykeli 25 Mart 2018 | 174 Okunma İki Çanakkale var 18 Mart 2018 | 173 Okunma Yeşilaycıydı; katledildi 05 Mart 2018 | 216 Okunma Seferberlik hâli 27 Şubat 2018 | 239 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar