Kevser Risâlesi, yahut Sırr-ı İnnâ A’tayna (4)
Derin Tarih dergisinin son sayısıyla birlikte dağıtılan “Sırr-ı İnna A’taynâ” kitapçığıyla ilgili birkaç noktaya daha temas ettikten sonra, bu konuya şimdilik nihayet verelim. * * * Gönül...
Derin Tarih dergisinin son sayısıyla birlikte dağıtılan “Sırr-ı İnna A’taynâ” kitapçığıyla ilgili birkaç noktaya daha temas ettikten sonra, bu konuya şimdilik nihayet verelim.
* * *
Gönül isterdi ki: Kitapçığın Önsöz kısmında geçen “Menderes ve 5816 sayılı kànun” ile ilgili ifadelerde suçlayıcı davranmak yerine, daha objektif ve o günlerin Meclis içi ve Meclis dışındaki genel havayı da yansıtan bir uslûp ihtiyar edilmiş olsun.
Şu haliyle, bu çağdışı kànun sanki bütünüyle Menderes’in eseriymiş gibi anlaşılıyor. Oysa, meselenin iç yüzü çok daha farklı bir durum arz ediyor.
* * *
Yine Önsöz kısmında 5816 ile de bağlantılı şekilde şöyle bir ifade geçiyor: “Bu fersude kànunun gücü Bediüzzaman Said Nursî’ye yetmez; yetmediğini zaten kendi hayatında yeterince ispatlanmıştır.”
Hüküm, elhak doğrudur. Esasta bir problem görünmüyor.
Ne var ki, Bediüzzaman, her dönemde esasta savunduğu dâvasını, daima kendi usûl ve prensipleriyle savunagelmiş.
Bu “Sırr-ı İnna A’taynâ Risâlesi”nin matbu şekilde neşredilmesi meselesinde ise, durum bütünüyle farklı. Bediüzzaman, bu mahrem risalesinin mahkemelik olmasını ve diğer eserleri tarzında bunu savunma pozisyonuna düşmeyi istemiş, ihtiyar etmiş değil.
Dolayısla, Bediüzzaman’ın istemediği, hatta neşrini men’ettiği bir risâleyi, usûlen hem onun arzusunun hilâfına neşretmek, hem de onun arkasına sığınarak bir savunma pozisyonu geliştirmek doğru olmasa gerek.
Hülâsa: Üstad Bediüzzaman, kendi hizmet tarzı ve metoduyla hareket ettiği için yenilmez ve şimdiye kadar da yenilmedi. Allah etmesin, bir zaaf veya yenilgi söz konusu olması halinde, bunun kendi hatamızın eseri olduğunu kabul etmek durumundayız.
* * *
Üstad Bediüzzaman’ın Seyyidlik ve bilhassa Mehdilik meselesi için talebelerine söylediği “Perdeyi yırtmayınız” tavsiyesindeki ölçü, bu risâlenin umuma neşri meselesi için de geçerli.
Gerekçesi şudur: Şayet perde yırtılsa ve bu meseleler umumun nazarında perdesiz şekilde medar-ı bahs edilerek münakaşa sûretinde intişar edilse ve yayılsa, zıt yönde iki türlü sakınca zuhûr eder.
Birincisi: Ehl-i din ve diyanet itiraz eder. Ortaya bir dizi “Hayır, o mesele öyle değil, böyledir” içtihatları çıkar. “Falan, ya da adamın kâfir, mühlid, zındık, ehl-i Cehennem olduğunu nereden biliyorsunuz?” manasında itirazlar çoğalır. Tartışma, mahiyette çok âkibete odaklanır. Mesele, bir bataklığa saplanır kalır.