N’olacak bu evlâtlarımızın hâli?
Bir önceki yazıda da temas ettiğimiz gibi, ebeveynler için, evlâdının durumundan daha ciddî bir dert-tasa, daha büyük bir moral-sevinç, velhasıl daha mühim bir mesele yoktur.Yani, evlâdının müsbet veya...
Bir önceki yazıda da temas ettiğimiz gibi, ebeveynler için, evlâdının durumundan daha ciddî bir dert-tasa, daha büyük bir moral-sevinç, velhasıl daha mühim bir mesele yoktur.
Yani, evlâdının müsbet veya menfi haline-gidişatına göre, anne-babalar ya çok sevinir, ya da fenâ halde üzülür, elem duyarlar.
Bu tesbit, hemen hiç değişmeyen bir realitenin ifadesidir. Ve gayet de normal bir durumdur.
* * *
Öte yandan, her ne zaman bu konuya, özellikle “evlât yetiştirme”, yani insan yetiştirmeye dair yazılar yazsak, anne-babalardan tahminlerin üzerinde bir dikkat ve alâkadarlıklarına hem şahit, hem de muhatap olmaktayız. Ki, esasen bu da işin sevindirici yanı.
Demek ki, şefkatli ve hakikatli ebevenler, evlâtlarını sevdikleri gibi, onların istikbâllerini de düşünüyorlar. Kemâl-i ciddiyetle, onların iyi ve ahlâklı, vatanına ve milletine faydalı birer insan kıvamına gelmelerini istiyorlar.
Bununla beraber, dertler ve yakınmaların da katar katar olduğunu ifade etmek durumundayız.
Zira, daha okul öncesinden başlamak üzere, hemen her yaştaki çocuklarımızı bekleyen tehlikelerin hem sayısı artmış, hem câzibesi, hem de etkileme gücü...
Televizyon ve internetin, hayatımızın her safhasında yer almasından sonra, bu tehlike had safhaya varmış durumda.
Şimdi de, evlâtlarının haline ve bilhassa geleceğine ciddiyetle ve ehemmiyetle eğilen, ilgi gösteren anne-babaların duymuş oldukları endişelerin ve yakınmaların adeta lebâlep doldurduğu o büyük “dert havuzu”na bakalım..
* * *
Bu noktada, şunu da hemen hatırlatalım ki: Söz konusu bu “dert havuzu”ndan bahsetmekten asıl maksadımız, o dertten çok daha büyük bir "düşünce havuzu"nu teşkil etmeye çalışmaktır.