Üfleyenler ve oynayanlar
Büyük Britanya’nın (İngiltere) İslâm dünyasını çökertmeyi hedef alan politikaları, 1700’lü yılların başlarında hız kazandı. Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde...
Büyük Britanya’nın (İngiltere) İslâm dünyasını çökertmeyi hedef alan politikaları, 1700’lü yılların başlarında hız kazandı.
Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde çalışan binlerce casus, çeşitli kılık ve kisveler altında Osmanlı coğrafyasının gözde şehirlerine, beldelerine vazifeli olarak gönderildi.
İşte, 1710’da en kritik, en hassas noktalara gönderilen o casuslardan biri de Mr. Hempher’dir.
Bize göre itiraf mahiyetindeki hatıralarında belirttiğine göre, vazife sahası İstanbul, Kahire, Basra ve Hicaz bölgesidir. (Bkz: Mr. Hempher’in Casusluk Faaliyetleri; Ferşat Yayınları)
Mr. Hempher, Sömürgeler Bakanlığı tarafından verilen bu ağır görevi kabul ettikten sonra, genel strateji itibariyle özellikle iki noktaya odaklanması istenmiş:
Birincisi: Sömürgeleştirilmiş yerleri elimizde tutmaya çalışmak;
İkincisi: Geri kalan yerleri ele geçirmeye çalışmak.
Bu casus, ikinci kategorideki bölgelerde görevlendiriliyor. Bu da, Osmanlı Devletinin hakim olduğu topraklar demektir.
Casus, kendisine verilen görevleri bihakkın ifa etmeye çalışıyor. Bu cümleden olarak, görev alanındaki bütün merkezlere uğruyor. Buralarda yıllarca çalışıyor. Ara ara Londra’ya gidiyor. Gerekli raporları ve ilâveten verilen görevleri alıp tekrar vazifesinin başına dönüyor.
Hempher, kısa zamanda üstün başarılar elde ediyor. Bununla da hem kariyer yapmış oluyor, hem de yüksek makam ve ücretlerle taltif edilmiş oluyor. Bu arada, en büyük başarıyı Hicaz’da gösteriyor.
Müslümanlığı kabul etmiş bir mühtedi kılığıyla, Selefilerin Vehhabilik damarını depreştirmeye muvaffak oluyor. Bu hareketin öncüsü olan Muhammed bin Abdülvahab’ı (1703-92) rahatlıkla kafa-kola alarak, artık her işini onunla birlikte yürütmeye çalışıyor.
Böylelikle, 1737’de ilk Vehhabilik hareketi patlak veriyor ve Osmanlı’ya karşı Hicaz bölgesinde boy göstermeye başlıyor.
İngiltere, Vehhabilik hareketini asırlarca desteklemeye devam etti. 1918’de koca Hicaz Bölgesini Osmanlı’dan bütünüyle kopartıncaya kadar da bu desteğini hiç kesmedi.
Bediüzzaman Said Nursî’nin bu mesele hakkındaki şu değerlendirmesi son derece dikkat çekici: “Sâdattan olan Şerif i Mekke, Ehl-i Sünnet ve Cemaatten iken, zaaf gösterip, İngiliz siyasetinin Haremeyn-i Şerifeyne müstebidâne girmesine meydan verdi. Nass-ı âyetle küffârın girmesini kabul etmeyen Haremeyn-i Şerifeyni, İngiliz siyasetinin, Âlem-i İslâmı aldatacak bir sûrette, merkez-i siyâsiyesi hükmüne getirmesine yol verdiğinden...” (Mektubat, s. 354)