Bernard Lewis’in ikili mirâsı

Ortadoğu tarihinin değişik veçhelerini ele alan otuz kitap ve çok sayıda makale kaleme alan, Modern Türkiye'nin Doğuşu çalışması uzun süre son dönem Osmanlı tarihi üzerine temel kitap olarak okutulan Bernard...

Ortadoğu tarihinin değişik veçhelerini ele alan otuz kitap ve çok sayıda makale kaleme alan, Modern Türkiye'nin Doğuşu çalışması uzun süre son dönem Osmanlı tarihi üzerine temel kitap olarak okutulan Bernard Lewis uzun bir yaşam sonrasında ebediyete intikal etti.
Sadece Ortadoğu'da konuşulan dillere değil değişik Batı lisanlarına da hayranlık uyandırıcı hâkimiyeti olan, ana dilini ise bir edebiyatçı ustalığı ile kullanan Lewis, Osmanlı çöküşünden İslâm siyaset geleneğinde kullanılan kavramların geçirdiği evrime, Haşhaşîlerden modern Ortadoğu'nun şekillenmesine uzanan alanlarda birincil kaynaklara dayanan öncü çalışmalar ortaya koymuştur. Kendisi buna ilâveten, gazete ve dergi yazıları, mülâkatlar ve televizyon programları ile "Ortadoğu" tartışmasının Batı'daki yüzlerinden birisi olmuştur.
Ancak Lewis'in öncü eserler kaleme almış ve en önemlisi Edward Said ile "Oryantalizm" üzerine giriştiği olan, Ortadoğu çalışmalarındaki temel tartışmaların kutbu olmuş bir tarihçiye indirgenmesi hatalı olur.
Golda Meir'e kahvaltıda Enver es-Sedat ile yakınlaşma önerisinde bulunan, Şah Muhammed Rıza Pehlevi'ye "din toplumundan seküler yapılanmaya dönüşürken İranlılık aidiyetini güçlendirmesini" tavsiye eden, Henry Martin Jackson, Dick Cheney, Donald Rumsfeld, Condoleezza Rice benzeri siyasetçiler ve Başkan George W. Bush'u derinden etkileyen Lewis; ABD'nin yeni Ortadoğu siyasetinin belirlenmesi, "medeniyetler çatışması" benzeri kavramsallaştırmaların işlevselleştirilmesi ve Irak'ın işgali benzeri kararların alınmasında da öncü rol oynayan bir kişilik olmuştur.
Lewis, Ortadoğu tarihi üzerine sahip olduğu birikimi siyasete dönüştürerek sert siyasal pozisyonlar almış ve ve "Neocon" olarak kısaltılan "Yeni Muhafazakârlık Hareketi"nin Ortadoğu tasavvurunu şekillendirmiştir.

Lewis ve Oryantalizm
1916'da Londra'da doğan Lewis, iki savaş arası Britanyası'nın emperyal vizyonunu içselleştirmiş bir akademisyendi. Parlamenter demokrasinin İngiltere dışındaki toplumlara, örneğin Fransa'ya dahi uygun olmadığını düşünen Lewis, "Müslüman Doğu" için en anlamlı seçeneğin "Batı vesayeti" altında sekülarizme yönelmek olduğunu savunuyordu.
Lewis, "siyasal modernleşme" kuramının temel varsayımına katılmayarak, "Doğulu Müslüman" toplumların kendi başlarına "modernleşemeyecekleri," bu alanda Batı vesayetinin gerekli olduğunu vurguluyordu.
Lewis, bu yaklaşımı o denli içselleştirmişti ki, bunu Müslüman toplumlara, "tarih ve kültürlerini onlardan daha iyi bilen bir dost" olarak tavsiye ederken, onlara "Batı'nın tartışılmaz üstünlüğü" ve "medenîleştirme misyonu" çerçevesinde, "yukarıdan bakarak" yaklaştığını göremiyordu.
Lewis, derin tarih ve dil bilgisi nedeniyle, Edward Said ile giriştiği tartışmanın tüm ayrıntılarında "üste" çıkıyor; buna karşılık, "Oryantalizm"i anlamayı "reddetmesi" nedeniyle konunun özünde "ahlâkî üstünlük"ü muarızına terketmek durumunda kalıyordu.
Lewis'e göre İslâm siyaset anlayışında "istişâre" benzeri olumlu unsurlar bulabilmek mümkündü. Müslüman toplumlarda gerçek anlamıyla parlamenter demokrasinin uygulanması imkânsızdı; ama Ortadoğu'daki modern baskıcı rejimler, gelenekleri sahiplenmek yerine Batı'dan etkilenerek, milliyetçilik, sosyalizm benzeri "yabancı" akımlara kapılınmasından kaynaklanmıştı.
Lewis, pek çok Oryantalistin aksine, Müslümanların "büyük bir geleneğin mirasçıları" olduğunu düşünüyor, buna karşılık, "Yahudi-Hıristiyan medeniyeti" olarak kavramsallaştırdığı yapı karşısında ağır bir mağlubiyete uğrayan İslâm âleminin önündeki en anlamlı seçeneğin, bunu kabullenerek, Batı'nın "yol göstericiliği"nde sekülarizme yönelmek olduğunu savunuyordu. Ortadoğu'da "Batı vesayetinde seküler modernleşme" dışındaki seçeneklere yönelim Lewis'i fazlasıyla tedirgin etmiştir. 1976'da yayımladığı "İslâma Dönüş" makalesiyle bu "tehlike"ye dikkat çeken Lewis, sekülarizmin, Türkiye, İran, Mısır benzeri toplumlardaki kısa soluklu başarısına karşılık, "milliyetçilik" ve "sosyalizm" gibi tutmayan aşı neticesi verebileceğinin altını çiziyordu.

Lewis doktrini
Derin tarih bilgisinin Lewis'i ulaştırdığı netice "İslâm'a dönüş"ün Müslümanlar ile "Yahudi-Hıristiyan medeniyeti" arasındaki küllenmeye yüz tutmuş mücadelede yeni bir sahife açacağı oluyordu. Ona göre Müslümanların söz konusu "medeniyet ve onun günümüzde evrildiği seküler biçim"e gösterdiği tepki, "mantıklı olmamasına karşılık tarihî" idi.
"Medeniyetler Çatışması" kavramsallaştırmasını Huntington'ın Foreign Affairs makalesinden üç yıl önce kaleme aldığı "Müslüman Öfkesinin Kökenleri" değerlendirmesinde kullanan Lewis'e göre 1683'ten beri savunmada olan "ezik, fakir ve başarısız" Müslümanların "üstün, zengin ve başarılı Batı'dan nefret etmeleri doğal"dı. O nedenle Yahudi-Hıristiyan medeniyeti liderliğinin sorması gereken soru "neden bizden nefret ediyorlar" değil "neden bize saygı göstermiyor ve bizden korkmuyorlar" olmalıydı.
Lewis, buradan hareketle, ABD'nin kendisini "sevdirme"ye çalışmak yerine "korku" ve "cezalandırma" temelli bir "Pax Americana" tesis etmesinin gerekli olduğunu savunuyordu. Pax Britannica'ya benzeyecek bu düzen ise Ortadoğu'ya yönelik "uzlaşma" ve "taviz" siyasetinin terki ve "güç kullanımı" ile yaratılacaktı.
Lewis, George W. Bush'u överken, Rıza Şah Pehlevi ile gergin bir ilişki sürdürmüş olan İngiliz diplomat Harold Nicolson'ın "Şarklı zihniyeti asla anlayamazsınız; ama gerekli olan Şarklıların sizin ne düşündüğünüzden kuşku duymamanızı sağlamaktır" düstûruna atıfta bulunuyordu. Güç kullanacağını belirten Bush, "ne düşündüğünü açıkça ortaya koyuyor"du.
Lewis, Ortadoğu'ya yönelik ABD siyasetini güçlü Oryantalist vurgular çerçevesinde şekillendirirken, "taviz"den kaçınılması tezini iki savaş arası dönem tecrübesine dayanarak tahkim ediyordu. Ortadoğu'da taviz verilmesini Hitler'e yönelik Chamberlain siyasetine benzeten Lewis, bunun yerine "müdahale," "güç kullanımı," "saygı ve korku duyulmasını sağlama" ve bölge halklarının "Batı vesayeti" altında "sınırlı demokratik idare"ye kavuşturulmasını öneriyordu.
"Lewis doktrini" olarak ün kazanan bu yaklaşım "Neocon Ortadoğu siyaseti" ile Irak istilâsı benzeri girişimlerin düşünsel arka planını oluşturmuştur. Neocon siyaset yapımcıları, Irak'ta en uygun çözümün, ABD denetiminde yeniden Haşimî idaresi kurmak olduğunu düşünen Lewis ile kıyaslandığında daha pragmatik çözümlere yönelmişlerdir; buna karşılık, kendilerinin de vurguladığı gibi, fikir babalarının ünlü tarihçi olduğu şüphesizdir.
Lewis ardında önemli eserler ve bir doktrin bırakmıştır. Bu ikili mirâs hakkındaki nihaî kararı, yazımının ustalarından olduğu "tarih"in vereceği şüphesizdir.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Unuttuğumuz savaş 18 Kasım 2018 | 3.763 Okunma İstiklâl Marşı’nı okuyarak ırkçılık mı yapıyoruz? 11 Kasım 2018 | 5.669 Okunma Otoriter ritüel ve söylemleri eleştirmek “Türklük” karşıtlığı mıdır? 04 Kasım 2018 | 2.470 Okunma “Temsilî demokrasi” krizinde Türkiye 28 Ekim 2018 | 4.277 Okunma “Millî irade-vesayet” kısır döngüsünü kırmak 21 Ekim 2018 | 4.550 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar