Eğitimde reform “hukuk sorunumuz”u çözebilir mi?
Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit "demokrasi ve hukukun üstünlüğü değerlerine sıkı sıkıya bağlı," "düşünme ve sorgulama yeteneği yüksek" hukukçular yetiştirilmesi...
Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit "demokrasi ve hukukun üstünlüğü değerlerine sıkı sıkıya bağlı," "düşünme ve sorgulama yeteneği yüksek" hukukçular yetiştirilmesi için eğitim reformunun gerekliliğini vurgulayarak YÖK'e başvuruda bulunmuştur.
"İyi hukukçular" yetiştirilemezse, sistemlerden bağımsız olarak başarılı sonuçlar elde edilemeyeceğini vurgulayan Yargıtay Başkanı, bu nedenle hukuk fakültelerindeki lisans eğitiminin beş yıla çıkarılması ve ders programlarına, Türkçe dil bilgisi derslerinin de aralarında bulunduğu eklemeler yapılmasının yararlı olacağını ifade etmiştir.
Eğitimin seviyesi
Türkiye'deki "eğitim erozyonu"nun etkisi pek çok alanda hissedilmektedir. Temel ve orta eğitimde hızla gerileyen "kalite," niceliksel gelişiminin tersine "kapsamlı nitelik kaybı"na uğrayan üniversite olgusu ile birleşerek ciddî "uzmanlık açıkları"na neden olmaktadır. Bunun kendisini gösterdiği alanların en önemlilerinden birisi de toplumsal hayatı düzenleyen hukuk sistemidir.
Son dönemde görünürlüğü artan bu sorun "hukuk eğitimi"nin kademeli olarak "lisansüstü" seviyeye yükseltilmesi ve ABD'de süreç içinde LL.B (Legum Baccalaureus, hukuk lisans derecesi)'nden J.D. (Juris Doctor, hukuk lisansüstü derecesi)'ne geçilmesine benzer bir dönüşümü gerekli kılmaktadır.
On sekiz yaşında liseden gelen bir öğrencinin "hukuk felsefe ve sosyolojisi"ne "ders notu ezberleme" ötesinde vukuf kesbedebileceğini düşünmek gerçekçi değildir. Bunların derinlikli olarak ancak bir diğer disiplinde lisans eğitimi alarak bilgi ve kültür altyapısı oluşturmuş kişilerce, lisansüstü düzeyde sindirilebileceği ortadadır.
Hukuk eğitiminin tedricen "lisansüstü seviye"ye yükseltilmesi gerçekleştirilemezse en azından Yargıtay Başkanı'nın önerdiği şekilde, pek çok kıta Avrupası ülkesinde yapıldığı gibi süresinin uzatılması, içeriğinin zenginleştirilmesi ve mezuniyet sonrasında mesleği icra için ciddî sınavlar ve "meslek içi eğitim" programlarıyla desteklenmesi yararlı neticeler verebilir.
Bu tür değişimler gerçekleşmediği müddetçe hukuk eğitiminin "mevzuat öğretme" ötesine geçemeyeceği ortadadır. Fakat bunun altı çizilirken "hukuk sorunumuz"un bir "eğitim meselesi"ne indirgenemeyeceğinin de vurgulanması gereklidir.
Eğitim kalitesinin yükseltilmesinin, mevzuat ezbercisi "kanun devleti" hukukçularının yerini "hukukun neden var olduğu ve amacını sorgulayan," onun felsefesini kavrayan "hukuk devleti" hukukçularının almasına önemli katkı sağlayacağı şüphesizdir.
Buna karşılık sorunumuzun "hukuk eğitimi reformu"ndan ibaret olduğunun var sayılması onun yapısal karakterinin göz ardı edilmesi anlamına gelecektir. Bu kökleşmiş sorun genel olarak "eğitim" özel olarak da "hukuk eğitimi"nin nispeten daha iyi olduğu zamanlarda da var olmuştur. Daha kapsayıcı bir tespit yapılacak olursa, Osmanlı'dan müdevver "hukuk sorunu" bir asra yaklaşan Cumhuriyet döneminde çözülemediği gibi daha da derinleşmiştir.
Hukuk sorunumuz
Türkiye'nin hukuk sorunu "hukuk devleti"ne dönüşememe, "demokrasi" gibi onu da "söylem" ötesinde öncelikli hedef haline getirememe, "kuvvetler ayrımını" hayata geçirememe ve hukukun siyasallaşmasından kaynaklanmaktadır. Bunlar birleştiğinde ise derinlikli ve yapısal bir "sorun" şekillenmektedir.
Türkiye'nin kurucu ideolojisi ABD benzeri örneklerdeki gibi "hukuk devleti" idealine dayanmamıştır. Yukarıdan aşağıya modernleşme ve toplumsal dönüşümü hedefleyen, bunu tüm yasaların üzerinde yer aldığı savunulan "inkılâp kanunu" kavramsallaştırması ile koruma altına alan, bu nedenle de "bağımsız hukuk"un "denetim" işlevi yerine getirmesine karşı çıkarak "güdümlü hukuk"un rejimi savunmasını arzulayan söz konusu ideoloji ne "demokrasi" ne de "hukukun üstünlüğü"nü hedeflememiştir.
Anayasadan başlayarak tüm kanunların "devlet" merkezli olarak kaleme alınması ise "vatandaş"ın idare karşısında "hukuk"a sığınmasını zorlaştırmış, "kanun devleti olma" uygulamada "hukuk devleti olmama" işlevi görmüştür.
Bu çerçevede "demokrasi" ile "hukuk devleti" arasında bir "tavukyumurta ikilemi" oluşmuştur. Liberal demokrasiye dönüşememe "hukukun üstünlüğü"nün hayata geçirilmesini engellerken, en iyi dönemlerinde "bürokratik kanun devleti" olabilen bir toplumda "demokratikleşme" de belirli bir eşiğin ötesine geçememiştir.
Dolayısıyla Türkiye'nin "hukukun üstünlüğü"nü açılış merasimlerinde tekrarlanan "söylem"den "öncelikli toplumsal hedef"e dönüştürmesi gerekmektedir. "Hukukun üstünlüğü," Lord Coke'un "hukuk"un "kıskanç bir sevgili"ye benzediği, özel, paylaşılmayan ilgi istediğini savunan ünlü ifadesine uygun biçimde toplumun önceliği haline getirilmelidir.
Kuvvetler ayrımını "gücün sınırlanması" ve "hedeflere ulaşım hızının yavaşlatılması" olarak gören Erken Cumhuriyet yaklaşımı görece demokratikleşme sonrasında da sürdürülmüştür. Maria Popova'nın Rusya ve Ukrayna örnekleri üzerinden ortaya koyduğu gibi gelişmekte olan demokrasilerde iktidarlar "bağımsız" hukuk organlarının "yüksek maliyet" oluşturduğunu düşünmekte, onlara baskı uygulamanın ise "ciddî kazanç" getirdiğini var saymaktadır. Ayrıntı ve dozdaki farklılaşmaya karşılık modern tarihimizin tüm iktidarları "hukuk"a bu temelde yaklaşmıştır.
Bu yaklaşım nedeniyle 1960 Darbesi sonrasında şekillenen vesayet rejiminin, yakın geçmişte de bir kapalı cemaat örgütlenmesinin "siyaseti hukukîleştirme" girişimleri istisnâ olunursa "hukukun siyasallaştırılması" Cumhuriyet tarihinin egemen pratiğini oluşturmuştur.
Bunun neticesinde hukuk "evrensel ilkeler"den ziyade "rejim ve status quo koruyuculuğu" temelinde karar alan bir yapıya dönüşmüş ve "güç"ün eylemlerini "hukukîleştirme ve meşrulaştırma"nın aslî görevi olduğunu var saymıştır. Bu ise bir yandan anayasa fetişizmine saplanarak sürekli toplumsal sözleşme değiştiren Türkiye'yi öte yandan da kanunların içeriğinin önemsizleştiği, onların "güç"ün arzu ettiği biçimde yorumlandığı bir topluma dönüştürmüştür. Bunun ise "hukuk"u "üstün" bir konuma getirmek bir yana araçsallaştırdığı açıktır.
Sorunun çözümü
Bu bağlamda değerlendirildiğinde Türkiye'nin yapısal ve kökleşmiş "hukuk sorunu"nu eğitim reformu aracılığıyla halledebilmesi mümkün gözükmemektedir. Hukuk eğitimin ıslâhı, mesleğe giriş ve yükselme koşullarının yeniden düzenlenmesi şüphesiz hizmet kalitesinin yükseltilmesi alanında önemli katkılar gerçekleştirebilecektir.
Ancak mevcut "asırlık sorun"un çözümü, son tahlilde, Türkiye'nin "hukukun üstünlüğü" temelli, "kuvvetler ayrımı" çerçevesinde işleyen bir liberal demokrasiye dönüştürülmesi ile mümkün olabilecektir.
Bu gerçekleşmediği sürece hukuku hayata geçirenlerin "mevzuat ezbercileri" ya da "hukuk felsefesi"ni derinliğine kavramış kişiler olması ile kaleme alınan metinlerdeki Türkçe kalitesinin yaratacağı fark fazlasıyla sınırlı olacaktır.