Felsefesiz bir toplumda ahlâk
Bir kamuoyu araştırması çerçevesinde yöneltilen "Dindar olmak ahlâklı olmayı gerektirir mi?" sorusuna, önemli bir bölümü kendisini "dindar" olarak tanımlayan deneklerin %70'inin "Hayır gerektirmez" cevabını...
Bir kamuoyu araştırması çerçevesinde yöneltilen "Dindar olmak ahlâklı olmayı gerektirir mi?" sorusuna, önemli bir bölümü kendisini "dindar" olarak tanımlayan deneklerin %70'inin "Hayır gerektirmez" cevabını vererek, güçlü bir "din-ahlâk ayrımı" vurgusu yapması son günlerin önemli entelektüel tartışmalarından birisini başlattı.
Türkiye gibi "dindarlık"ın, "ahlâklı olma," "muhafazakârlık" ve "deontoloji" benzeri kavramların müradifi olduğunun varsayıldığı, daha doğrusu, "dindarlık" dışında "ahlâk" ve "muhafazakârlık" biçimlerinin tasavvur edilemediği bir toplumda böylesi bir ayrımın dile getirilmesi ehemmiyeti haizdir.
Buna karşılık, toplumsal çoğunluk tarafından vurgulanan bu "farklılık," din ve felsefe tarihlerinin en önemli tartışmalarından birisi olan "din-ahlâk ilişkisi" hakkında alınan bir tavrı ya da "ahlâkî çoğulculuk" arzusunu yansıtmaktan fazlasıyla uzaktır.
Böylesi niteliklere sahip olsa şüphesiz memnuniyetle karşılanması gereken söz konusu "farklılaştırma," gerçekte, sadece toplumdaki "dindarlar"a özgü olmayan yaygın bir indirgemeciliği dile getirmektedir.
Modernliğin "dinsizlik" değil "felsefî ve bireysel dindarlık"ı gerekli kıldığını savunan ahlâkçı yaklaşımı elinin tersiyle iterek, kaba bir hedonizmin etkisi altında felsefesizlikle övünen mekanik bilimciliğe yönelen Türk sekülarizmi gibi dindarlık da "din"i "ahlâk"tan soyutlanmış "itikad" ve "biçimsel ibadet"e indirgemektedir.
Din-ahlâk
Din ile ahlâk arasındaki ilişki Plato'nun Euthyphro'daki diyalogda Sokrates'e sordurduğusorudan beri din adamları ile felsefeciler arasındaki önemli tartışma konularından birisini oluşturmaktadır. "Ahlâken iyi olanın Tanrı tarafından ahlâken iyi olduğu için mi emredildiği, yoksa onun Tanrı tarafından emredildiği için mi ahlâken iyi olduğu" münakaşası ilerleyen asırlarda "theist-deist" kutuplaşmasını şekillendirmenin yanı sıra, bilhassa modernlik sonrası "ahlâk-din ilişkisi" tartışmasının da ana eksenini oluşturmuştur.
Aristo'nun "ahlâk"ı "erdem" ile özdeşleştiren, Kant'ın onu "vazife/yükümlülük" olarak kavramsallaştıran yaklaşımlarından Mill, Hume ve Bentham'ın "faydacılık" kuramlarına uzanan bir yelpazede geliştirilen ahlâk teorileri bu kavramın "din" ile ilişkisini tanımlamaya çalışmışlardır. Benzer şekilde değişik dinlerin otorite ve entelektüelleri de soruna karşı zaviyeden bakarak iki kavramın ayrılmazlığını vurgulamaya, son tahlilde "ahlâk"ı şekillendirenin "din" olduğunu ispatlamaya gayret etmişlerdir.