Osmanlı’da “Millet” var mıydı?
Cumhuriyet kurucuları "kopuş" temeline dayalı bir ulus-devlet ideolojisi geliştirmenin zorunlu olduğunu var saymışlardı. Bu yaklaşım "kopuş"u, imparatorluktan ayrılarak bağımsız devletler kuran anâsırın...
Cumhuriyet kurucuları "kopuş" temeline dayalı bir ulus-devlet ideolojisi geliştirmenin zorunlu olduğunu var saymışlardı. Bu yaklaşım "kopuş"u, imparatorluktan ayrılarak bağımsız devletler kuran anâsırın söylemine benzer bir kuramsal çerçevede meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Olmayan milletin direnişi
Bu kurguya göre, "yabancı" ve "kültürü kaba güce tapmak"tan ibaret bir kavmin boyunduruğu altında asırlar boyunca ezilen "yüksek değerlere sahip millet," bir "kurtuluş savaşı" vererek "özgürlüğünü kazanıyor" ve bağımsız devletini tesis ediyordu.
Bu yaklaşımı tarihine uygulayan diğer anâsır "yabancı kavim"i "Türkler," onların idaresi altındaki dönemi, "Tourkokratia" ifadesinin dile getirdiği gibi "Türk idaresi" olarak kavramsallaştırıyordu. Cumhuriyet kurucuları bunu yapamayacakları için "yabancı unsur"un "Osmanlı" olduğunu, onun "baskısı" altında geçen asırların ise "Osmanlı idaresi" biçiminde adlandırılabileceğini savunmuşlardı.
"Yabancı Osmanlı" idaresi altında "ezilen"in ise "Türk milleti" olduğu iddia ediliyordu. Bunun neticesinde hayalî bir "Osmanlı- Türk çatışması" kurgusu yaratılırken, Osmanlı ile Türklük de birbirinden ayrılmaya çalışılıyordu.
Etnik aidiyetin önem taşımadığı, "avamhavass" ayrımının son derece katı olduğu dönemlerde seçkinlerin kitleye yukarıdan bakışını dile getiren ifadeler "Osmanlı"nın "Türk"ü aşağılayışı, yerel isyanlar "Türk direnişi" biçiminde kavramsallaştırılıyor, Osmanlıca-Türkçe sözlükler hazırlanıyor, anneleri Türk olmayan padişahların sahip olduğu "Türk kanı"nın azlığı vurgulanıyor, devşirmelerin "Türk düşmanlığı"nın altı çiziliyordu. Kopuş temelli bu tarih yorumu "İstiklâl Harbi"ni de "sultan-millet" yâni Türklerin Osmanlı idaresinden kurtulma mücadelesine dönüştürüyordu.
1923 öncesini "devr-i sâbık"a dönüştüren "Osmanlı-Türk tarihî mücadelesi" temelsiz bir kurgulamadır. On dokuzuncu asır sonunda yükselen Türkçülüğün imparatorluğun son dönemlerindeki ideolojik egemenliğini de göz ardı eden bu yaklaşım daha sonra geliştirdiği Türk Tarih Tezi ile Türklerin "parlak geçmişi"ni neolitik çağa taşırken, yabancılaştırdığı "Osmanlı" idaresini Yunan, Bulgar ya da Arap milliyetçi tarihçiliğinin yaptığı gibi bir "zulüm dönemi"ne indirgemeye çalışmıştır.
İnşa edilen bu tarih, Erken Cumhuriyet ideolojisinin bir diğer tezi olan Osmanlı döneminde "millet"in var olmadığı, onun Cumhuriyet tarafından "yoktan" yaratıldığı iddiası ile çelişiyordu.
Bir taraftan "Türk milleti"nin "Osmanlı"ya asırlar boyunca direndiğini savunurken diğer taraftan da "ümmet"i "millet"e dönüştürmekle övünen resmî ideoloji için böylesi çelişkiler önem arz etmiyordu. Son tahlilde, "tarih" inşa edilmesinin amacı, geçmişi anlamak değil onu araçsallaştırmaktı.
"Millet"i devlet inşa eder
1931'de yayımlanan ders kitapları ile yeni nesle de benimsettirilmeye çalışılan bu yaklaşımın etkileri günümüze ulaşmıştır. Bunun nedeni ise siyasetin bir kutbunun resmî ideolojik söylemi sorgulamadan tekrar etmesidir.
Bu kutup, "1923 öncesinde var olmadığını," bu tarihten sonra "Cumhuriyet tarafından yaratıldığını" iddia ettiği bir "millet"in asırlar boyunca "yabancı," müstevlî olarak değerlendirdiği Osmanlı idaresine "direndiğini" savunmakta, söylemini böylesi bir tarih yorumuna dayandırmaktadır.
Bunun, üyelerinin hatırı sayılır çoğunluğunun kendisini neolitik çağlarda yaşayan ve dünyanın tüm lisanlarının anası ilk dilini konuşan "proto Türkler" ve "Hititler" yerine "Osmanlı" ile özdeşleştirdiği bir toplumda siyasal başarısızlık reçetesi sunduğu tartışma götürmez.
Ancak söz konusu yaklaşımın temel sorunu, tutarsızlıklarla malûl bir tarih yorumunu sahiplenmek değil 1923 sonrasında "millet yaratma" iddiasıyla hayata geçirilen projenin günümüzde boğuştuğumuz sorunların aslî nedenlerden birisi olduğunu görememesidir.