Hayırlısı olsun...
Yazı zor bir güne denk geldi. Referandum sonuçlarını bilemeden yazıyı yazmak durumundayım. Ama risk alıp, güçlü bir Evet çıkmış olduğunu kabul ederek yazacağım. Bu aziz milleti biraz...
Yazı zor bir güne denk geldi.
Referandum sonuçlarını bilemeden yazıyı yazmak durumundayım.
Ama risk alıp, güçlü bir Evet çıkmış olduğunu kabul ederek yazacağım.
Bu aziz milleti biraz tanıdıysam sonuç müspet olacaktır.
Çünkü bu sıradan bir seçim değil.
Esasen yaşadığımız hiçbir seçim demokrasisi oturmuş bir ülkedeki sıradanlıkta olmadı.
Evet, bizler bir partiye oy veriyorduk ama bunu normal bir üljede olduğu üzere sadece bir anlamı yoktu.
Mesela hatırlıyorum, 2007’de AK Parti cumhurbaşkanı seçmesin diye muhtıra verildiğinde, erkene alınan seçim gününü iple çekmiştik. Verdiğimiz o oy, demokrasimize müdahale edenlere karşı en etkili cevabımızdı.
AK Parti oylarını yüzde 47’ye çıkarttığında, millet sadece partinin faaliyetlerini değil, buna ilave olarak dik duruşunu da ödüllendirmişti.
Üst üste yapılacak üç seçim öncesi, zaman ayarlı 17/25 Aralık Fetö yargı darbesini hatırlayınız.
Amaç yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler öncesi Erdoğan’ı hal etmek, partiye el koymaktı.
Gezi’de başarılı olamamışlar, lakin Erdoğan’ı hırpaladıklarını düşünmüşlerdi. Siyaseten yıkamadıkları bir lideri, “yolsuzluk” gibi herkesin hassas olduğu bir iftira ile hal edeceklerdi.
Bu arada ülkenin milli/stratejik bankası Halkbank ve büyük projeleri üstlenen işadamları hedef alındı.
Bu alçak darbe girişiminden sonra gelen üç seçim de, sadece siyasi bir partiyi mi seçmek anlamına geliyordu ki?
Hayır.
Bir oyla çok şey yapıyorduk. İrademize saldırıyı önlerken, kazanımlarımızı da koruyor, oyundan düşmemeye çalışıyorduk.
Dönemin Başbakanı Erdoğan ve partinin işi çok zordu.
Hem ekonomiyi iyileştirmek, hem siyasi reformlar yapmak, hem de darbelere karşı dik durmak zorundaydılar.