Ömrümüz ABD’ye bir kızıp, bir ilan-ı aşk ederek geçiyor
Vize Krizi'nin bir şok etkisi yarattığını ve bu kriz sayesinde Amerika'ya olan hastalıklı bağımlılığımızın farkına vardığımızı düşünüyorsanız...
Vize Krizi'nin bir şok etkisi yarattığını ve bu kriz sayesinde Amerika'ya olan hastalıklı bağımlılığımızın farkına vardığımızı düşünüyorsanız hatalısınız. Uzun yıllardan bu yana benzer her krizde bu ülkeyle aramızdaki hastalıklı bağımlılığın nedenlerini saptamaya çalışıyoruz. Ama kriz sona erince de her şeyi unutuyoruz... Ne var ki bu dönem uzun sürmez.
Çünkü mutlaka ABD kaynaklı bir kriz yine patlar. Ve ömrümüz ABD'ye bir kızıp bir ilan-ı aşk ederek geçer gider.
Yıllar önce yazdığım bir yazıyı arşivden çıkardım. O zaman da Türkiye'nin alışılmış dış siyasetini diyaloglara dayalı biçimde şöyle ele almışım...
Ne kadar talihliydik
- Ne kadar talihli bir ülkeydik... Dış siyasetimizi Washington belirlerdi. Hiçbir konuda kimseyi sorgulamak gereğini duymazdık.
Dünyada bizi ilgilendiren ve kırmızı çizgilerimizi oluşturan iki konu vardı. Biri Kıbrıs'tı, diğeri de Amerikan Kongresi'nde bekleyen "Ermeni Soykırımı Tasarısı"ydı. Kıbrıs yüzünden Amerika bize ambargo uygulamadı mı ve çözüm 12 Eylül darbesi ertesinde "Rogers Planı"nın kabulü ile gelmedi mi?
- Sen buna talih mi diyorsun?
Sürekli döviz krizleri yaşayıp, sonunda Washington'a el açmaz mıydık.
Ortadoğu'daki, Balkanlar'daki, Kafkaslar'daki her kriz bize bir şekilde yansımaz mıydı?
İzleyici olmak
- Zaten talihimizin şifreleri de bu krizler karşısında kararı ve çözümü yine Washington'da aramamızda bulunmuyor muydu? Saddam'ın ve Hafız Esad'ın Türkiye'ye kriz biçiminde yansıyan çılgınlıklarını sadece izler ve Washington'un bir şeyler yapmasına bel bağlamaz mıydık? Eğer Washigton Sovyetler'i çökertip Soğuk Savaş'ı bitirmeseydi ne Jivkof devrilir, ne de Bulgaristanlı Türkler'in trajedisi sona ererdi.
- Bütün bu konularda kararları Washington'a bırakmaya akılsızlık mı diyorsun yani?