Zaten "İki kapılı bir han"da değil miyiz?
Eski Türkiye'de insanların sorunlara ürettikleri çözümler de "Yeni Türkiye"nin çözüm arayışlarından farklıydı. Örneğin bir gün dolmuşla Taksim'den Cağaloğlu'na giderken trafik...
Eski Türkiye'de insanların sorunlara ürettikleri çözümler de "Yeni Türkiye"nin çözüm arayışlarından farklıydı. Örneğin bir gün dolmuşla Taksim'den Cağaloğlu'na giderken trafik tıkandığında, dolmuş yolcularının aralarında yaptıkları konuşmaları hiç unutmam. Trafiğe çözüm üreten yolculardan biri "Kurallara uymayan şoförlerden birini Sirkeci'de, birini de Karaköy'de sallandıracaksın... Bakalım bunları gören şoförlerden hangisi bir daha kuralları çiğnemeye cüret eder" demişti. İşin garibi bu öneriye dolmuşun şoförü de onay vermişti.
Sallandırmak çözüm mü?
Bu "Sallandırma" yoluyla sorunlara çözüm üretmeyi, "Kürt Realitesi"ni görmezden geldiğimiz yıllarda sürdürmedik mi? Aynı şekilde sosyo- politik tıkanmışlıklarımızda da siyasetçileri olduğu gibi, eylemci gençleri de sallandırmadık mı? Tek Parti döneminde İstiklal Mahkemeleri'nin sallandırdıklarının listelerine, çok partili dönemde de ağır ceza mahkemeleri ya da Yassıada Divanları eklemeler yapmadılar mı?
Sivil itaatsizlik mi?
Yeni Türkiye'de artık "Sallandırmak" ceza hukukunun müeyyideleri arasında değil. Ama sivil yaşamın her alanını ölüm-kalım meselesi olarak görmek alışkanlığındaki çeşitli kesimler, devlet yerine kendilerini koyarak öldürmeyi sürdürüyorlar. Hoşgörüsüz erkekler kadınları, silah atarak siyaset yapılacağını zanneden teröristler de kendileri gibi düşünmeyenleri infaz etmekteler. Teröriste "Terörist" diyemeyen kesimler de bunları adeta teşvik etmiyor mu? Çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin temel öğeleri olan meşru siyasi partilerden bazılarının da "Sivil itaatsizlik" kavramını, yandaşlarını şiddet eylemlerine davet etmek üzere sokağa çıkmaya çağırmak şeklinde anladıklarını da görmüyor muyuz?