Güneşin eskimiş düşleri!..
Güneşin yeryüzüne ayna tuttuğu belalı anlarda, kendinden bezmişçesine, adeta eğilerek yerlere yapışmıştı masum ağaç dalları... Ve rengi solmuş biçare yapraklarda, yalnız kalmış...
Güneşin yeryüzüne ayna tuttuğu belalı anlarda, kendinden bezmişçesine, adeta eğilerek yerlere yapışmıştı masum ağaç dalları...
Ve rengi solmuş biçare yapraklarda, yalnız kalmış kelebeklerin hüznü de vardı sanki...
Güneşin o isyan kokan kelepçesinin, zamanı terk edilmiş kalelerin burçları gibi teslim aldığı anlara hapsolmuştu yaşam!..
Boşvermişlik, yalnızlık, sessizlik, bıkkınlık ve sanki bir an önce geceyi arayan telaşlar vardı nefes alınan her anda!..
Çünkü gökyüzünde berrak, parlak ve hançeri ışığıyla rest çeken bir manzara olsa da, insanın nefesini kesen sıcaklar yaşamla ilgili ne varsa, adeta ertelenmiş hapisliklere dönüştürmüştü...
Bir kayaya oyulmuş güneş saatinin ebediyyen durmasından farksızdı, kalplerin isyan ettiği her an!..
Ne aramıyordu ki insan, güneşin pervasızlığının yarattığı cenderede, mahpusluk voltalarının bile esas duruşa döndüğü o anlarda;
Su arıyor insan işte o zamanlarda... Buz gibi serin hayaller kurulan nehirler arıyor, sahillerin bitişiğinde, beyaz kumları ıslatmayı bekleyen denizleri arıyor...