Hoyratında isyan, sokağında sevda; Urfa...
URFA- Eskinin fotoğraflarının antika bir askıda sallandığı, keyfin kedere ezeli ortak olduğu kentteyim yine...Hani şu, eski ile yeninin, hoyrat ile türkünün kolkola halay çektiği, gazellerin yüreklerde "zılgıt"...
URFA- Eskinin fotoğraflarının antika bir askıda sallandığı, keyfin kedere ezeli ortak olduğu kentteyim yine...Hani şu, eski ile yeninin, hoyrat ile türkünün kolkola halay çektiği, gazellerin yüreklerde "zılgıt" çalarcasına ebeddiyen isyan ettiği Urfa!..Eski zamandaki bir gezide, "acının, ağıdın ve hüznün Urfası" diye yazdığım, gizemi ve çekiciliğiyle, ne olursa olsun "başım, gözüm üstüne" diyenlerin şehridir orası... Şöyle yansımıştı gözlemlerim 6 yıl önce;"Hani, eski antika sandıklarda saklanmış bir gümüş gerdanlık olur ya, hani bakmaya ve dokunmaya doyamazsınız ya, Urfa insana işte öylesine coşkulu bir keyif verir!..Taş yapılarından gazellerin yükseldiği, daracık sokaklarında platonik sevdaların yaşandığı Urfa; kozmopolit yapısıyla, geçmişle geleceğin el ele halay çektiği bir coğrafyadan çok daha derin keyifler de sunar insana...Mezopatamya'nın bağrında tarih saklayan Urfa, çölde suya kavuşmuş bir mecnunun sevincini yansıtır insana!.. Zafere ulaşmak için var gücüyle çırpınan bir Arap atının yelesine gizlenmek istersiniz o an!..Bir an önce Urfa'ya sığınmak, daracık bir sokakta yürümek; tarihin eskiyle yeniyi buluşturan zaman tünelinde gelgitler yaşamak için!.."İstanbul'da, kışla bahar arasında isyanlar yaşayan bir mevsimin küçük çalkantılarından kaçarak kendimi Urfa'ya attım yine!.. Bizim Urfa'ya...Bağrındaki "Kötüler Mahallesi"nde iyi yürekli, vefalı insanların da yaşadığı şehirdir orası...Urfa kendi içinde kökboyanın lezzetinde demlenmiş ezeli renkler de barındırır aslında...Ancak nereden bakarsanız bakın; tarihi kökeni ve kültürel zenginlikleri, siyah- beyaz gibi zıt duran bir kentin anılarını antika tablolar gibi ortadan yırtar sanki!.. Dün ve bugün, hem keskin çizgilerle ayrılır orada, hem de tokalaşan iki el gibi delicesine kenetlenir o topraklarda!..***Tarihin hüzne döndüğü şehir!..Çağdaş yaşamın, uygarlığın ve teknolojinin koşulları dünyaya ne getirirse getirsin; Urfa, kültürel ve folklorik öğeleri içinde kendini bir gümüş yüzük gibi parmağında tutmaya devam eder...Hem de kendine sımsıkı sarılarak, onu var eden ve günümüze taşıyan değerli varlıklarını her koşulda korumayı sürdürür Urfa...İşte başta Harran harabeleri, Urfa Kalesi, tarihi sokakları, Gümrük Hanı ve konakları andıran eski evleri olmak üzere, kentin ve çarşılarının her köşesi, geçmişi ve bugünü bir kilimin desenleri gibi aynı ipliğin teninde saklamaya devam eder...Orada; yani kimine göre "Peygamberler Şehri"nde, kimine göre de Kurtuluş Savaşı'nın "Şanlı" kentinin türkü kokan sokaklarında dolaşan her yabancı, kendini zaman makinesinde, Mezopotamya'nın eski günlerinden birine atılmış gibi hisseder!..Çünkü yalnızca tarihi ve kültürel varlıkları değil; Urfa'da, Harran'da, Akçakale'de ve kırsaldaki köylerde halen yüzlerce yıl öncesinin kıyafetlerini giyerek dolaşan insanlar, görenleri hep şaşırtsa da, eskiye direnen yeniliğin içinde hiçbir zaman aykırı durmaz kimse orada...Tam aksine eski Urfa; insanları, acı kahve kokan hanları ve çarşılarıyla çağdaş bir yapılaşmanın ortasında bile, taşlara nakşedilmiş bir değer gibi vazgeçilmez olur, çekiciliğini de hiçbir zaman kaybetmez!..Tam 6 yıl önceden bugüne şehirleşme ve nüfus açısından çok şey değişmiş Urfa'da...Tarihin her an hüzne de ortaklık ettiği şehir olabildiğince büyümüş, başını alıp ovalara yayılmış, tüm görkemiyle dünyanın eski eski uygarlıklarına da ev sahipliği yapmaya devam ediyor..."Yıldızların gökyüzünde mandalla tutuşturulmuş birer beyaz gömlek gibi durduğu o kentte; karanlığın ortasında, yüreklere lezzet bırakan bir çığlık gibi yansıyan gazeller akşamı özletiyor" demişim yüreğimde kalan eski günlerde...Bu yüzden mi acaba o eski gezi yazısına yansıyan şu satırları da sanki dün yazmış gibi hissettim kendimi;"Urfa'ya giden her insan akşamları ya bir mağarada, ya eski bir taş konakta, ya da bir otelin salonunda, kendini gazellerin ağıdına, çiğköftenin acısına ve tarihin süzgecine takılıp kalan o dipdiri hüzne bırakır!.. Tarih de kendini kaderine terkeder Urfa'da... Yüreğinizde hep Urfa olur ve sessizlikle köşe kopmaca oynayan bir garip eski türkünün nakaratı dilinize takılır kalır!.."***Doğu'nun antika sandığı...Urfa; antik mağaralarla süslü çevredeki dağlarda yaşanan gecekondu tahribatına rağmen, en azından merkezindeki kültürel varlıklara sahip çıkarak yılın her mevsiminde bağrını misafirlere açıyor...Ciğer kekabı kokan sokakları, peyniri damaklara yapışan kadayıfı, tatlı bir lezzet bırakan "isot"u, kırk yıl unutulmayan "mırra"sı, kaçak çayı ve acılara yoldaş olan çiğ köftesinin süslediği Sıra Geceleri'nde gizemini yüreğinde yaşıyor Urfa...Büyük kentlerin karmaşasından kopmak isteyenlerin, eski ile yeninin yoldaş olduğu bu kentte, nefes gibi gereksinim duyacağı çok manzara var kuşkusuz;Harran'a, Atatürk Barajı'na, kara güllerin şehri Halfeti'ye, Fırat'ın kıyısındaki Birecik'e, Kötüler Mahallesi'nin karşısında altın bir yüzük gibi duran Şeyh Maksut Türbesi'ne, gizemli Balıklıgöl'e, Ayn-Züleyha'ya ve tarihin yazıldığı Göbeklitepe'ye gizlenmiştir o sarsıcı manzaralar...Evet; aslında tarihin göğsündeki gerdanlığa da tutunmaktır Urfa'da olmak... Mevsimlerin her anında, kebap kokularının insanı lezzete çağıran tadında; acıya, ağıda ve hüzne ulaşmazsınız yalnızca o şehirde...Yaşamın hızla akan sularında, içinizi ferahlatan başka zenginlikler de karşılar sizi o güzel kentte; Eyüb'ün sabrı, İbrahim'in bereketi ve türkülerin hüznüyle Urfa'yı gezmek lazım vesselam... Doğu'nun antika sandığı tüm haşmeti ve gizemiyle orada duruyor çünkü... Gidin keşfedin...