Mutsuz şehir
İstanbul’da yaşayıp da mutlu olmamak ne büyük felakettir. Mutlu olamamak daha büyük felaket. Bunca beton yığını kaos anarşi kargaşa gürültü patırtı hengâme hayuhuy maddiyat içinde...
İstanbul’da yaşayıp da mutlu olmamak ne büyük felakettir.
Mutlu olamamak daha büyük felaket.
Bunca beton yığını kaos anarşi kargaşa gürültü patırtı hengâme hayuhuy maddiyat içinde nasıl mutlu olunabilir?
Bu cehennemî trafik mutluluğun katili.
Çirkin ve iğrenç gökdelenler mutluluğun bağrına saplanmış mızraklar.
Beş milyon otomobil… Bunca koşuşturma zehirli duman telaş korna sesleri içinde mutluluk yerlere serilmiş, ezilmiş.
Haliçte, Boğazda, Beykoz koyunda, Modada, Kumkapıda, Adalarda, Pendikte insanlar niçin kayık sefası yapmıyor?
Çamlıcada piknik yapmak mutluluktu, yitirilmiş.
Şehre öyle bir mutsuzluk çökmüş ki, Yıldız parkında bile kuş sesi işitilmiyor.
Eski mutlu günlerde mor salkımlar, hanımeli çiçekleri, tırmanan güller vardı, nereye gitti onlar.
Kadıköy iskelesinden Fenerbahçeye giden tramvayın römorku tenteliydi, ne oldu ona.
Ahşap evlerin, köşklerin, konakların, bahçelerin, kameriyelerin yerlerinde yeller esiyor.
Kadıköy vapurundaki beyefendilere, hanımefendilere neler oldu, görünmüyorlar hiç.
Atla Hamidiye suyu taşıyanlar… Kaymaklı Silivri yoğurdu satanlar…
Langa marulları… Galata köprüsünün altındaki piyazcıdükkanları… Lüks piyaz yemek isteyenler, haşlanmış yumurtayı dörde şakkettirip üzerine koydururlardı. Zeytinyağı, sirkesi bol olsun…
Küçük simitler beş, büyükleri on kuruştu. Simit fırınlarında tanesi bir kuruşa beyaz halkalar satılırdı. Simidin yanında biraz kaşar peyniri, bir bardak çay, ne büyük ziyafetti o.
Şehrin nüfusu bir milyondu. İstanbul surların dışında biterdi. Pazar günleri tramvayla Mecidiköyüne piknik yapmaya gidilirdi. Bahçelerde bir dut ağacının altını kiralardın, o gün dut silkmek hakkındı.
Emirganda ne güzel çaylar içilirdi.
Beyazıt camii imamı Hendekli Abdurrahman Hoca ne güzel namaz kıldırırdı.
Sultan Ahmet camiinin imamları Gönenli Mehmed efendi, Şefik Arvasî, Saadettin Kaynak idi.