Elveda servet, ne şahane bir insandın
GAZETECİLİK mesleğindeki 41 yılın bana kattığı en önemli şey, bu meslekte edindiğim arkadaşlarım oldu.Her yaştan, her cinsten meslektaşlarım. Sabahlara kadar zamanla yarıştığımız da oldu...
GAZETECİLİK mesleğindeki 41 yılın bana kattığı en önemli şey, bu meslekte edindiğim arkadaşlarım oldu.
Her yaştan, her cinsten meslektaşlarım.
Sabahlara kadar zamanla yarıştığımız da oldu, sabahlara kadar gülüp eğlendiğimiz de.
Şanslıydım, yönetici olduktan sonra da hep iyi insanlar çıkardı karşıma Tanrı.
Şanssızdım, bazılarını çok erken kaybettim.
Arkalarından böyle yazılar yazmak zorunda kaldım.
O yazıları yazarken ortak hayatlarımız gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti hep.
Servet Kavasoğlu ile tanıştığım günü hatırlıyorum.
1985 senesinin ocak ayının ilk günleriydi. Küçük bir ekiple, o zamanki Milliyet binasının konferans salonunda Posta gazetesini hazırlamaya başladığımızda, Servet, matbaanın yöneticisiydi.
O sırada aynı matbaa, hem Milliyet’i, hem de Meydan’ı basıyordu, Posta’yı hangi araya sıkıştıracağımızın çözümünü o buldu.
“Patron” dedi, “eski makineyi çalışır hale getireyim, Posta iki büyük gazetenin arasına sıkışıp geç kalmasın”.
Boş gözlerle bir kenarda öylece duran cotrel’e baktım, “Hep böyle iyimser misin” diye sordum.
Boş bir soru olduğunu daha sonra defalarca kanıtladı bana.
Onunla rotatifin ağzından alınmış, henüz mürekkebi kurumamış Posta, Fanatik ve Radikal’in birinci sayıları elimizde çektirdiğimiz fotoğraflarımız var, kim bilir hangi kutunun içine tıkıştırdığım.
Yüzünde hep aynı tebessümle, hızla dönen rotatifin gürültüsünü bastırmak için bağırarak “Bir tepsi baklavayı hak etti çocuklar patron” dediği sesi kulaklarımda.
Sonra yollarımız bir süre için ayrıldı. 12 yıl önce tekrar buluştuğumuzda o Doğan Burda Dergi’nin Üretim Müdürü ve İcra Kurulu üyesiydi, ben ise yine “patron”!
O günden sonra da ondan en çok duyduğum cümle “Bir fikrim var patron” oldu.
Fikirleri hiç bitmezdi, çoğu önemli sorunları çözen fikirler.
Arada bir birlikte de saçmalardık tabii. Beni en çok “dürüm dergi” önerisiyle güldürmüştü. Gençlik dergilerinin posterlerinin, katlama izi olmadan çocukların odasına asılabilmesine takmıştı.
Biz büyük ve birlikte eğlenebilen bir ekibin üyeleriydik artık.
Dansta eline kimse su dökemezdi.
Her yaz başında ve sonbahar sonunda, Bodrum’da sabahlara kadar eğlendiğimiz partilerden birinde “Kaç yazımız kaldı, haydi uyumayın” dediğimde “Her yıl dört yaz patron” demişti, “Sarı yaz, beyaz yaz, yeşil yaz, sıcak yaz”.