Tersinden ırkçılık (II)
Muhammed Ali’yi İslam’a çeken güç, birçoklarında rastladığımız üzre ırkçılık konusunda gösterdiği hassasiyet. Burada kullanılan hassasiyet tek boyutlu bir şey değil. Çok...
Muhammed Ali’yi İslam’a çeken güç, birçoklarında rastladığımız üzre ırkçılık konusunda gösterdiği hassasiyet. Burada kullanılan hassasiyet tek boyutlu bir şey değil. Çok boyutlu. Teorik değil sadece. Yani diğer inançlarda olduğu gibi ve çoğu kez rahatlıkla arkaikliği üzerine söylemler geliştirilebilen metinlerde olduğu gibi, iki kapak arasında kalan, Pazar’a Cumartesi’ye indirgenen, fiiliyata geçirilemeyen, sözde kalan, öyle olunca da öz’de olamayan bir anti-ırkçılıktan bahsetmiyoruz. Bilakis, hayatın içinde, tam merkezinde gün-be-gün ırkçılık pratiğine meydan okuyan davranış biçimlerini kullandıran bir dinden söz ediyoruz. Yani bu, Amerikan tarihinin yüzkarası olan plantasyon adı verilen tarımsal üretim alanları ile özdeşleşmiş kölelik kurumunun empoze ettiği gibi ikiyüzlü bir tavır içermiyor. Mevzubahis iki farklı tavrı bir arada bulunduran davranış biçiminde beyza sahip hem dindardır hem de kölesine zulmedebilir. İncil’ini okur ama kölesini aç ve susuz bırakır, zincire bağlar. Dini vecibelerini yerine getiriyor olması onun ırkçı davranışlardan arınmasına vesile olmaz. Tam tersi sanki bunu dini adına yapıyormuşçasına yapar. Veya din ve iş’i ayırır yani sekülerleştirir, sonuç itibariyle de hayatı hem seküler yaşar hem de dindar. Daha doğrusu ikisini de yapmaz. Bu tarihle büyüyen Muhammed Ali yolu İslam’la kesiştiğinde hayatının en büyük şokunu yaşar. İslam’ın ırkçılık bağlamında ön şart koştuğu renk körlüğü onu hayrete düşürür, sonra da Kâbe’nin etrafında dönen kulların ne kadar farklı ve fakat ne kadar aynı, ne kadar denk ve eşit olduklarına şahitlik eder. Bu hayret meraka, merak alakaya dönüşür ki cezbolmuştur artık. Dini İslam ismi Muhammed Ali’dir artık.