Güne bir otel odasında uyanmak…
Başka bir şehirde, başka insanların olduğu başka türlü bir kahvaltı salonunda. Değişik zeytinler, ekmek çeşitleri bazı tropikal meyveler filan. Ama aynı dünya işte. Her gün aynı evde uyansak da...
Başka bir şehirde, başka insanların olduğu başka türlü bir kahvaltı salonunda. Değişik zeytinler, ekmek çeşitleri bazı tropikal meyveler filan. Ama aynı dünya işte. Her gün aynı evde uyansak da ıskaladığımız şey, zaman! Her gün değişen! Yoksa hiç değişmeyen mi, ölçemiyoruz. Hız çağında daha çok uçuyor, daha çok mesafe kat ediyoruz. Ama acaba menzillere, şehirlere hiç nüfuz etmeden binlerce kilometre yapmak; nasıl demeli insan gibi değil de bir bavul gibi yolculuk yapmak değil mi? Onbin kilometre yapıp, bir şehirde diyelim beş saat geçirip tekrar onbin kilometre yaparak dönmek nedir? Dün Ayaş’taki pazar yerinde seyahat arkadaşlarımdan biri eline aldığı pestilden bir parça ısırarak sordu: “Bu nerenin üzümünden yapıldı?” Pazarcı teyze hiç duraksamadan yapıştırdı cevabı: “Brighton!” Arkadaşım o küçük şokunu yaşarken de devam etti teyze: “Ayaş’a gelmişsin, nerenin üzümü diye soruyorsun…” Sonra Beypazarı’na giderken yol üzerinde sola sapıp Ayaş’ın meşhur içme suyunu ziyaret ettik. Küçük bir tesis yapılmış, giriş kişi başı yirmi lira. İçeride sürekli akan bir çeşme var. İki arkadaşım suyu içmek üzere çeşmeye doğru gitti. Bendeniz de bir masaya oturup önce bir nefes alayım dedim.