Şehitler katından cümbüş atmosferine
15 Temmuz’un yıldönümü geldi. Bunu her yerdeki afişlerden, yahut bazı gazetelerin tepesine 15 Temmuz’la ilişkilendirilerek yerleştirilen bayağı tatil reklamlarından anlamadık. 15 Temmuz’u, o gece kaybettiğimiz ve...
15 Temmuz’un yıldönümü geldi. Bunu her yerdeki afişlerden, yahut bazı gazetelerin tepesine 15 Temmuz’la ilişkilendirilerek yerleştirilen bayağı tatil reklamlarından anlamadık. 15 Temmuz’u, o gece kaybettiğimiz ve hiç unutamadığımız kimi dostlarımızın, kimi çocukların, kimi “er kişilerin” giderken bıraktıkları ölümsüz izlerden hatırladık hep. Sokaklarda namlusu halka patlayan tanklar, gökyüzünden millete ölüm yağdıran savaş uçakları… İBB önünde, Şehitler Köprüsü’nde, kimi kışlaların kapısında, kimi kurumların içinde, bazı meydanlarda, bazı yollarda… O geceyi, o şehit edilen canları unutmak ne mümkün. Bir halk daha ne yapabilir? Sokağa indi ve çıplak elleriyle bir darbeyi durdurdu. Yüzlerce şehidi, binlerce gazisi ile. Daha ne yapsın bu halk? Bu dünya tarihinde benzeri az görülen ruhun içeriğini folklorik bir gösteri havasına indirgemek biraz zavallı, biraz da şuursuz bir uğraş. 15 Temmuz’dan alınacak veya alınmış bir ders varsa, o, bir cümbüş havasıyla cuş-u hurûşa gelip bir festival görüntüsü içinde kaybolmak değildir, buradan bir adaletsizlik ya da siyasal güç devşirme çabası hiç değildir. Bir zafer vardır ve elbette ‘kutlama’ yapılacaktır. Ama o derin acıyı, vakarı, tarihin derinliklerine uzayıp giden şehitler kervanını es geçmeden.