Toplumsal tembihimiz
BİZİM neslin, en sık duyduğu kelimeydi... Üniversite yıllarında evden çıkarken annem, apartman kapısında da Münci (Soylu) Teyze’nin son cümlesi olurdu: “E mi oğlum...” Cümleleri...
BİZİM neslin, en sık duyduğu kelimeydi...
Üniversite yıllarında evden çıkarken annem, apartman kapısında da Münci (Soylu) Teyze’nin son cümlesi olurdu:
“E mi oğlum...”
Cümleleri bittiğinde yanıtımız değişmezdi:
“Yok, yok... Olur... Tamam...”
Anlamaya başladığımız ilk günden itibaren, ahlakımızın, etiğimizin, öğretimizin sınırını çizen tembih cümlemizdi.
Öncesindeki kelime ve vurguya bağlı olarak da anlam farklılığına uğrayan en esnek cümleydi...
Bazen “Sakın ola ki...” anlamına gelip davranışlarımızın sınırını çizdi.
Bazen de “Uzak dur” algısını yaratıp etik ve ahlaki kırmızı çizgimizi oluşturdu.
Kimi zaman da “Olaylara karışma e mi oğlum...” cümlesiyle güvenliğimizin temel taşını...
Bunlar “bireysel tembihimizdi”...
VİCDAN LİMANIMIZ
Bir de toplumsal olanı vardı...
O da hafta sonu Cebeci, Dünya, Site, Saray, Ayık sinemalarının perdesine yansırdı...
Çoğu zaman da bir tas ay çekirdeği ve mısır patlağı ile karşısına geçtiğimiz ekrandaki siyah beyaz filmde “Mahmut Hoca”nın sesinden yükselirdi.
“Evladım” diye başlayıp “Güdük Necmi’ye”, “Damat Ferit’e”, “İnek Şaban’a” tembihinin, bazı durumlarda “Hafize Ana’ya” telkininin son cümlesi olurdu “E mi”...
Filmdeki karakterlerin neşe içinde evimize, vicdanımıza girişinin de şifresiydi.
O karakterler de ortak değerimiz; eksikliğini hissettiğimiz anda sığındığımız limanlarımızdı.
Vicdanlı, müşfik, dinleyen, vakur, kibirsiz, sade, vefakâr, vakur duruşuyla Mahmut Hoca bütün aile büyüğü; toplumsal vicdanımızın ak saçlısıydı...
Sorumluluğumuzun “saat gibi dakik” simgesiydi...
ÇÖKEN SİSTEME GÜLDÜK
O karakterleri yaratan Rıfat Ilgaz da filme aktaran Ertem Eğilmez de karakterleri gibi bir yaşam sürdü...