Bir Skip Jeams, bir Muharrem Ertaş, bir de Şakiro
Pamuk tarlalarında çalışan köleler dertlerini nasıl bluesla, Orta Anadolu abdalları yoksulluklarını nasıl bozlakla anlatmışlarsa, geçit vermez dağları yurt bilmiş Kürt dengbêjleri de yasaklanmış dillerini, ortak hafızalarını kilamlara dökmüşler.
Seneler evveldi. Sezen Aksu, bu toprakların bütün seslerinden oluşan büyük bir koroyla birlikte bir konser vermeye niyetlenmişti. O vakitler, büyük bir film ve organizasyon şirketinden çalışıyordum. Sezen Aksu’nun “Türkiye Şarkıları” konserini çalıştığım şirket düzenliyordu. Kürt müziğinden bir parça seçme işinde, ona yardımcı olma görevi de bana düştü. Bir dolu Kürtçe albümle gittim ona. Bir şarkı seçti. Ezgiyi kavramada güçlük çekmedi, bilmediği Kürtçenin sözlerini ezberletmek de çok vaktini almadı.
İşimiz bitince beğendiği şarkıyı söyleyen müzik grubuna iletmek üzere bir teşekkür notu yazdı, verdi bana, şunları yazmıştı kağıda Sezen Aksu:
“Ben müziğin Tanrı’nın nefesi olduğuna inanlardanım. Ve hayatı karşılayabilmek için o nefesin sudan, ekmekten gerekli olduğuna...”