Bu "bir kılıç balığının öyküsü" değildir
Beyazıt'tan Kocamustafapaşa'ya; soğuk, kimsesiz, kirli, yapış yapış hüzünlü bir kimsesizliğe götürürdü her akşam ayaklarım beni. Mektebi yeni bitirmişim, Orhan Duru, Güneş gazetesinde iş...
Beyazıt'tan Kocamustafapaşa'ya; soğuk, kimsesiz, kirli, yapış yapış hüzünlü bir kimsesizliğe götürürdü her akşam ayaklarım beni. Mektebi yeni bitirmişim, Orhan Duru, Güneş gazetesinde iş bulmuş bana. Beyazıt'taki gazete binasından çıkar, durmadan yürürdüm. Soluk benzime bakıp, "peynir yemelisin" çocuğum diyen gazeteden bir ablanın neden böyle dediğine bir anlam veremediğim, otobüse binecek parayı Aksaray'da ucuzcu aş evlerinde ısmarlayacağım akşam yemeğine eklediğim yıllar anlayacağınız. Laleli'den Aksaray'a inerken durmadan Vedat Türkali'nin "Bir Gün Tek Başına"sındaki kahramanlarıyla çarpışırdım. Romanda memleket hızla 27 Mayıs darbesine gidiyor. "Ülke sallanıyor, iktidardakiler sallanıyor. Herkes bir şey bekliyor. Ben Günsel'i bekliyorum," diyen Kenan çıkardı en çok yoluma, çoğu zaman yanında Rasim... Kenan, bir arkadaş evine Günsel'i "atacak", Rasim'den evin anahtarını istediği sahne hep kafamın içinde... Koca herif Kenan, üstelik evli; Günsel ne buluyor bu sıkıcı felsefe okumuş kitapçıda?