İki derviş… Neyzen ile Akif!
1880'li yılların başı, Bodrum'da mehtaplı bir gece, yedi yaşında bir çocuk, Tepecik Kahvesinde tahta iskemlede, babasının yanında, babası birileriyle muhabbette, çocuğun gözleri suyun üzerinde oyun oynayan...
1880'li yılların başı, Bodrum'da mehtaplı bir gece, yedi yaşında bir çocuk, Tepecik Kahvesinde tahta iskemlede, babasının yanında, babası birileriyle muhabbette, çocuğun gözleri suyun üzerinde oyun oynayan ışıkta. Ay bakır bir tepsi gibi gökte, gümüş ışıkları yağmur gibi dökülüyor denize. Deniz öyle kıpır kıpır, avucuna alsan uçup gidecekmiş gibi... Bir ara oturdukları yere iki gölge yaklaşıyor. Yüzlerinde Allah aşkı parlayan iki derviş, orada bulunanları selamlayıp bir köşeye oturuyorlar. Sonra birisi koltuğunun altından ince uzun bir kamış çıkarıyor, çocuğun gözleri artık denizin üzerinde oynaşan ışıkta değil, dervişte... Derviş "ya destur" deyip başlıyor üflemeye. Yanındaki arkadaşı da yanık sesiyle gazele asılıyor. Çocuk çıkan ezgiyle birlikte, ruhunun en derin yerine kadar ürperiyor ve bir daha aslına dönmemek üzere kendinden geçiyor. O gece, o deniz kıyısında kulağına gelen ve bütün benliğini saran o ilahi ses, o andan itibaren o çocuğu hayatı boyunca derbeder; ne aradığı ne istediği bilinmez, bazen Eflatun'la boy ölçüşecek kadar akıllı, çok kere de tımarhaneye sığınacak kadar aşırı sarhoş Neyzen Tevfik...