Karin Boye'ün tahayyüllü!
Habertürk Gazetesi Yazarı Muhsin Kızılkaya'nın bugünkü (09.11.2022)''Karin Boye'ün tahayyüllü!'' başlıklı yazısı.
"Yeni bir tahayyül" lafı herkesin ağzından çıkabilir ama "tahayyül" kelimesi daha çok şairlerin ağzına yakışır. Siyasetin şiire en yaklaştığı yer "yeni bir tahayyül"dür ama siyasetle şiiri birbirinden ayıran şiirde "tahayyülün" hep tahayyül olarak kalması; siyasette ise iktidara gelir gelmez "tahayyülün" gerçekleşmiş olduğuna siyasetçinin inanmış olmasıdır. Şiirde tahayyül bittiğinde şair de biter, siyasette "tahayyül ettiğine" ulaşan siyasetçi ise despotlaşır.
Ama an gelir, bazı şairler de artık tahayyülden vazgeçer. Birçok şairin cebinde intihar haplarıyla dolaşmasının sebebi budur.
Karin Boye’un adını daha önce rahmetli Mehmed Uzun’dan duymuştum. “İsveç edebiyatının en parlak yıldızlarından birisidir” demişti, aklımda o kadarı kaldı. Hiçbir şiirini veya kitabını merak etmedim ondan sonra.
Geçenlerde lise birde okuyan kızım geldi. Elinde “Callocain” adında küçük bir İsveççe kitap vardı. Kitabı uzattı bana, bir sürü satırın altını çizmişti. Anlatmaya başladı derdini.
Hocası vermişti kitabı ona. Okuyup bitirdikten sonra içinden üç paragraf seçecek, sonra o üç paragrafın onda yarattığı intibaı bir metne dönüştürecekti. Atış serbestti.
Ben İsveççe bilmiyorum. Kitabı biraz karıştırdım, yazarla ilgili bilgiye ulaşabilirdim ama kızımdan bana kitabı biraz anlatmasını istedim.
“Kitapta bir ‘Dünyadevleti’ var baba” diye başladı anlatmaya. “Distopik bir toplumda geçiyor olay… Bütün dünya bu devlet tarafından yönetiliyor. Bitmeyen bir savaş var her yerde. İnsanlar savaştan dolayı yeraltına inmiş. Kimsenin kendine ait bir fikri yoktur. En basit fikir bile Propaganda Bakanlığı’nın denetiminden geçiyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Herkes sadece devlete güveniyor. Herkes vatan haini olabilir devlete göre, insanın en yakınındaki bile düşmanı olabilir. Devlete ihanetin cezası ölümdür. İnsan biyolojik bir varlıktan öte hiçbir şey değildir. Çocuklar yedi yaşından itibaren askeri kamplara yollanıyor. Kadınlar devlet için doğuruyor. İnsanlar günün yirmi dört saati ‘Polis Gözü’ ve ‘Polis Kulağı’ adı verilen cihazlarla gözleniyor. Yatak odalarında bile özel hayat yoktur. Kitapta bu rejime ‘Düzen’ adı verilmiş. Bu ‘Dünyadevleti’nde birey mülk edinemez. Her şeyimizle devletin malı olduğumuza göre duygu ve düşüncelerimiz de devlete ait olmalıdır. Leo Kall adlı kitabın başkahramanı bir kimyagerdir. Düzen yanlısıdır, gecesini gündüzüne katarak devletin hizmetindedir. Bir deney sırasında bir ilaç keşfeder. İlacı o bulduğu için kendi adından yola çıkarak ‘Kallokain’ adını verir ona. Mükemmel bir ilaçtır. Çünkü yurttaşların arasında devlete karşı duygularını gizleyen, kötü niyetini bir biçimde ortaya çıkarmayan hainler hep vardır. Onları tespit etmek gerekir. Bu tür insanlara bu ilaçtan bir doz verildiğinde, onlar da tam da devletin istediği gibi konuşmaya başlıyorlar. İlacı alanlar kendilerinin bile farkına varmadıkları sırlarını, gerçek niyetlerini, hayallerini bir bir anlatmaya başlıyorlar. Hem de hiç işkenceye maruz kalmadan. Böylece devlet rahatlar, bundan böyle hiç kimsenin zararlı fikri olmayacak, hainler daha eyleme geçmeden yakayı ele verecek, düşünceler daha rahat yargı karşısına çıkacaktır.”