Sait Faik'in peşinde olduğu ses!
Bugün, büyük hikayeci Sait Faik Abasıyanık'ın doğum günü. Aslında üç farklı doğum tarihinden bahsedenler var ama yaygın kabul gören tarih 18 Kasım'dır.Sait Faik, hikaye yazarak meşhur olmuş bir...
Bugün, büyük hikayeci Sait Faik Abasıyanık'ın doğum günü. Aslında üç farklı doğum tarihinden bahsedenler var ama yaygın kabul gören tarih 18 Kasım'dır.Sait Faik, hikaye yazarak meşhur olmuş bir yazardır. Aslında bizim edebiyatımızda sadece hikaye yazıp, -yaptığı bir kaç roman denemesi oldukça başarısız kabul ediliyor- Sait Faik kadar ünlü olmuş ve neredeyse her devirde ününü korumuş olan yazar yoktur sanırım. Çünkü hikaye, edebiyatın biraz arada kalmış çocuğudur; roman ve şiir yüksek sanattır, hikaye sanki biraz daha gözü yükseklerde olmayan yazarın işi...*Sait Faik sayesinde İstanbul'u görmeden bu şehri görmüş gibiydim. İlkokul dördüncü sınıftan başlayarak, liseyi bitirinceye kadar hemen hemen bütün kitaplarını okudum. O yüzden anlattığı her yeri hafızama siyah beyaz birer Ara Güler fotoğrafı gibi kaydettim İstanbul'a gelmeden önce.İstanbul'a gelince de, bende mahfuz o fotoğrafların çekildiği yerleri merak ettim önce, aramaya başladım, bir çoğunu buldum, bir çoğunun yerinde ise beton bloklar vardı.*1983'ün bir Ağustos günü Vedat Günyol "gidiyoruz" dedi bana. Peşine düştüm, Bostancı'da vapura bindik, Burgazada'da indik. Bu adanın bir diğer adı "Sait Faik Adası"dır. Burada yaşamıştı yazar, evi buradaydı, balıkçı arkadaşları, Panco, kediler, faytoncular hepsi buradaydı.İskeleden çıktık sağa döndük, caddeyi takip ederek tepelere doğru yürümeye başladık. Tepede yolun kıvrıldığı yerden ana caddeden saptık, bir patikaya girdik. Yol ağzında durdu Vedat Hoca, dedi ki:"Madem Sait Faik'in hikayelerini geçtiği mekanları merak ediyorsun, işte bu patika Kalapazankaya'ya gider, bu yol meşhur 'Hişt, Hişt' hikayesinin geçtiği yoldur. Kalpazankaya'da bir kahve var, Sait Faik hep bu yoldan geçerek oraya gider, bir masaya oturur, denizi seyrede seyrede hikayelerini yazardı. Birçok hikayesini orada yazmıştır."Hoca bunları anlatırken aklım hikayedeki o bölüme gitti:"Birdenbire, önümde bir adamla bir kadın gördüm. Kalpazankaya yolunu sordular. Üstündesiniz dedim. Sanki yol hareket etti. Yürümediler. İki adımda benden uzaklaştılar. Koyunların arasına yüzükoyun uzanmış papazın oğlunu gördüm. Yüzünden aptal, çilli horoza benzer bir mahluk kalktı. Ağzının salyasını sildi. Kuzuyu bacaklarından tuttu. Kuzu ile yere yıkıldı. Kuzuyu burnundan öptü. Papazın oğlu çirkin, aptal, otuzbirli bir yüzle baktı. Şimdi bir çiçek tarlasında idim. Bana hişt hişt diyen mutlak bir kuştu. Vardır böyle kuşlar. Cık cık demezler de hişt hişt derler. Kuştu kuş."O günden bugüne bu hikayeyi her okuyuşumda nedense müthiş bir keder kaplar içimi.Bir "hişt hişt"e hasret olanlar gelir aklıma. Çaresizliğim büyür, teselliyi hikayenin sonundaki şu sözlerde ararım:"Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.Hişt hişt!Hişt hişt!Hişt hişt!"