Tarık Akan’ın vefatı dolayısıyla kişisel bir ‘Yol’ hikâyesi!
1984 kışıydı. Sisle karışık kirli bir hava İstanbul’un iman tahtasına bir kâbus çökmüştü. Akşamüstüydü. “Eylemci” diye...
1984 kışıydı. Sisle karışık kirli bir hava İstanbul’un iman tahtasına bir kâbus çökmüştü. Akşamüstüydü.
“Eylemci” diye çağırdığımız Zeki geldi, fısıldar gibi, “Haydi, bir yere gidiyoruz”dedi.
Ben “eylem” adamı değildim ki, Zeki beni nereye götürüyordu?
Acele acele Kadıköy vapur iskelesine doğru giderken sırrı verdi:
“Yol’u seyretmeye gidiyoruz!”
“Yol” mu?
Hiçbir şey sormadan bindik vapura.
***
Kozyatağı’nın arka mahallelerinden birinde, yanık kömüre yemek kokularının karıştığı bir apartmanın merdivenlerini tırmanarak üçüncü kattaki yoksul bir eve girdik. Evde bizi bekleyen 3 kişi daha vardı. Bir örgüt evine, büyük bir eylemin planlarını yapmak üzere giden tedirgin, ketum, ser verip sır vermemeye kasem etmiş birer militan gibiydik.
Evde 3 kişiden başka bana sanki yüz yaşındaymış gibi gelen, en çok da Yılmaz Güney’in “Baba” filminde rol verdiği kendi annesini hatırlatan yaşlı bir kadın var; ev sahibi Zeki’nin arkadaşının annesi... Ev sahibi delikanlı perdeleri tekrar kontrol etti, dışarıya hiçbir ışığın sızmadığına iyice emin olduktan sonra videoyu çalıştırdı.