Telâffuz derdimiz
İlber Hoca “Bozuk Türkçe artık ruyalarıma giriyor” demiş, “İnsanlar televizyondan, şurdan, burdan, şantözlerden edindikleri garip bir Türkçe konuşuyorlar” diye yakınmış… Gerçi...
İlber Hoca “Bozuk Türkçe artık ruyalarıma giriyor” demiş, “İnsanlar televizyondan, şurdan, burdan, şantözlerden edindikleri garip bir Türkçe konuşuyorlar” diye yakınmış…
Gerçi az söylemiş ama Türkçe’ye saygısı olanların kanını tepesine kadar çıkartan iş sadece doğru dürüst cümle kuramama illetinden ibaret değil; bir başka dert daha var: Kelimeler garip, eğik, bükük bir halde söyleniyor! Artık telâffuz da elden gitti ve ilk giden de “med harfleri”, yani uzun okunması gereken “â”, “î” ve “û” oldu!
Teknik bahislere girmeden kısaca anlatayım: Şark dillerinde “med harfleri” kavramı vardır. Eski alfabenin “elif”, “vav” ve “ye”; yani “a”, “u” ve “i” harfleri kelimenin gerektirdiği şekilde uzun olarak yani “â”, “û” ve “î” olarak okunur. Hattâ bunların ne kadar uzatılacağının ölçüsü de mevcuttur, en az “bir elif miktarı” çekilirler ve bu “bir elif miktarı” eski gramer kitaplarında “işaret parmağının inip kalkma zamanı” diye ifade edilir.
Günümüzdeki telâffuz fukaralığı, en başta işte bu “med” kuralını ortadan kaldırdı!
Birkaç ay önce radyoyu dinlerken not almışım: Millî bayram yahut özel günlerden biri münasebetiyle program yapılıyordu ve spiker Arif Nihat Asya’nın meşhur “Bayrak” şiirini okuyordu. Hani “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü” diye başlayan meşhur şiir vardır ya, onu…