‘Müslüman insan’ ne idi ne oldu
Müslüman insan, Allah’ın, kalbinin ve aklının ışığında yaşadığı asırlarda varlığını kuşatan surları aşıyor, Kur’an’da Allah’ın kendi ruhundan...
Müslüman insan, Allah’ın, kalbinin ve aklının ışığında yaşadığı asırlarda varlığını kuşatan surları aşıyor, Kur’an’da Allah’ın kendi ruhundan üflediğini bildirdiği özel cevherinin, hakikatinin ışığı ve özgürlüğüyle kendini, toplumunu, hatta dünyayı yeni baştan inşa ediyordu. Kur’an Peygamber efendimize, o da ümmetine öğretti ki, “iyi Müslüman” olmak, özündeki değişmeyen ilâhî cevher ve hakikat ile gelişmeye ve geliştirmeye doğru açılmak, kendini de çevresini de dünyayı da değiştirmek ve yükseltmek idi. Gerçekten nefha-i ilâhî olan ruhunun özgür olduğu devirlerde Müslüman insan dünyayı değiştirmişti. Eski âlimlerimiz yazar ki, iyi Müslüman olmak, nefsini devre dışı bırakıp, her yaptığını Allah’ın iradesine uygun şekilde ve O’nun rızası için yapmaktır. Tasavvuf tasavvuf iken insanı buradan dönüştürüyordu. O insan da Hindistan’dan Orta Asya’ya, Alplerden Afrika içlerine kadar o zamanın şartlarında hem maddi dünyayı hem kalpleri fethediyordu. O devirlerde biz, Yahya Kemal’in mısralarındaki kanatlanmış kelimeleriyle: “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” O devirlerde bu “bin atlı”yı da tasavvufun ruhu ile medresenin aklı besliyordu. *** Sonra o nefha-i ilâhîyi, o bizi Allah’a doğru kanat açmışçasına özgürleştiren ruhumuzu beden hapishanemize tıkayıp nefsimizin hazlarına; para pul, makam mevki gibi hoyrat tutkularına tepelettik. Yine Kur’an’ın kelimeleriyle, “göklerin ve yerin Işığı”ndan sadece insana armağan olan aklımızı da cehalet kuyusuna atıp kapattık. Böylece tasavvufun elinde -Yunus’un tabiriyle- “tac ile hırka” kaldı ama ruh/kalp/gönül dünyası çöktü.