Yıkımı görüp, o soruyu haykırmamak imkansız: Bunu kendimize neden yaptık?
Pazarcık’tan; depremin merkezinden başlayarak ilerliyoruz. Yıkım büyük biliyoruz ama merkezlere gelmeden çok anlaşılmıyor. Şehirlerarası yollarda ve şehir girişlerinde nisbeten az bina yıkılmış....
Pazarcık’tan; depremin merkezinden başlayarak ilerliyoruz. Yıkım büyük biliyoruz ama merkezlere gelmeden çok anlaşılmıyor. Şehirlerarası yollarda ve şehir girişlerinde nisbeten az bina yıkılmış. Gerçeği biliyorum ama yine de içimden “İnşallah hepsi bu kadardır” diye geçiriyorum. Hepsi o kadar değil tabii. Araba şehre doğru ilerledikçe; Maraş, daha doğrusu Maraş’tan geride kalanlar göründükçe kelimeler kifayetsiz kalmaya başlıyor.
Pazarcık’ta depremzedeyle oturuyoruz. Adı Celal… Depremden altı kişi kurtulmuşlar. O saatte yağmur, soğuk başka çare yok. Hemen işlettiği büfeye koşmuş. Gün ağarmadan çay ve gözleme dağıtarak hem depremzede hem gönüllü olmuş
Yusuf Ziya Cömert’le ve arkadaşlarımızla dolaşıyoruz, ölümün en apansız geldiği şehirleri… Kime selam versek bir acı hikaye… Yakınları, arkadaşları, komşuları ölmüş....