Aidiyet
Birkaç yıl önce memlekete (Erzincan) gitmiştim. Dikilen ağaçlar büyümüş, yollar yapılmış, her yan pırıl pırıl. Doksan iki depreminden sonra şehir bambaşka bir hüviyet kazanmış...
Birkaç yıl önce memlekete (Erzincan) gitmiştim. Dikilen ağaçlar büyümüş, yollar yapılmış, her yan pırıl pırıl. Doksan iki depreminden sonra şehir bambaşka bir hüviyet kazanmış, bahçe içinde havuzlu villalar var, iki tane gayet büyük hipermarket açılmış.
Erzincan, savaşlar, seferberlik, göçler ve bilhassa sık yaşadığı depremler dolayısıyla talihsiz ve tarihsiz bir şehir. Otuz dokuz büyük depreminde tamamen yıkıldığı için eski şehirden bir iki hamam kalıntısı ve Terzibaba Mezarlığı dışında hiçbir iz yok. Yeni şehir kağıt üzerinde birbirini doksan derece kesen sokakları ile ızgara planlı, bahçeli tek katlı evleriyle Türkiye’de eşi olmayan planlı-düzenli bir kent.
İnsan unsuruna gelince:
Şehrin yerlilerinden yaşlı bir ağabeyle konuşuyorduk; dediğine göre sülalece şehrin içinden olan nüfus %3’e düşmüş. Geri kalan civar şehirlerden, kasabalardan, köylerden gelip yerleşmişler.
Son elli yılda vukubulan toplumsal değişim, büyük kentlere yönelen göç sonucu bütün Anadolu köklerinden koparak ayaklanmış, bir ucu Avrupa’ya uzanan derin bir hareketlilik yaşamış, bu sebeple yeni nesillerde coğrafyaya, mekana, kültüre ait o bildik aidiyet duygusu iyice yıpranmıştır. Yapılan ve yayımlanan bir araştırmaya göre İstanbul’da yaşayan insanların çok büyük bir bölümü kendini İstanbullu saymıyormuş.
Nasıl saysın?