Hayvan aklı

İnsanların hayvanları evcilleştirmesi kim bilir ne kadar zaman almıştır. Evcil hayvanların insanlarla dostluğu da bir o kadar zaman önce olmalıdır. Bu dostluk çok uzun zaman sürdü. Daha düne kadar tarlayı sürüyor, tohumu ekiyor, harmanı kaldırıyor, ürünü ambara koyuyor idik. Kimin sayesinde? Öküz efendim, öküz. Bu sebeple Veysel Baba şöyle demiştir: “İrençberler hoşça tutun öküzü.” Bu hizmetleri at’la, katırla, mandayla, eşekle de yaptık. Onların da hatıramızda yeri vardır. Günümüz toplumunda öküzün

https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

İnsanların hayvanları evcilleştirmesi kim bilir ne kadar zaman almıştır.

Evcil hayvanların insanlarla dostluğu da bir o kadar zaman önce olmalıdır. Bu dostluk çok uzun zaman sürdü.

Daha düne kadar tarlayı sürüyor, tohumu ekiyor, harmanı kaldırıyor, ürünü ambara koyuyor idik.

Kimin sayesinde?

Öküz efendim, öküz.

Bu sebeple Veysel Baba şöyle demiştir: “İrençberler hoşça tutun öküzü.”

Bu hizmetleri at’la, katırla, mandayla, eşekle de yaptık. Onların da hatıramızda yeri vardır.

Günümüz toplumunda öküzün esamesi okunmuyor. Çocuklar, gençler öküzle ineğin farkını anlayamıyor. Onlar artık sadece et ve süt için besleniyorlar.


Süt dedik de aklıma geldi.

Geçende bir belgeselde süt ineklerini gördüm. Akla ziyan bir manzara. Zavallı inekleri daha fazla süt almak için nasıl bir ıslah sürecinden geçirmişler ki, gövdeleri kadar memeleri oluşmuş.

Zaten bu hayvanlar sanayi toplumunun fabrika düzenine uyduruldular. Yem yiyor, süt veriyor, yatıyor, tekrar yem yiyor, tekrar süt sağma makinasına bağlanıyor. Bir nevi makine.

İnek inek olmaktan çıkmış bir robot olmuş. Ben bu endüstrinin sütünün “süt” olduğuna inanmıyorum.


Konumuza dönelim.

İnsanlarla evcil hayvanların (hatta tüm hayvanatın) dostluğu tarım toplumunda kalmıştır.

Tarım toplumunun şehirlerinde insan topraktan kopmamıştır. Bizde, Anadolu’da bu durum yarım yüzyıl önce böyle idi. Şehirde her evin mütevazı bir bahçesi olurdu. Bu olmasa bile şehirlerin yanı başında mutlaka “Bağlar” diye bir semt olurdu.

Memur, tüccar, esnaf, zanaatkâr her zümreden aile yaz gelince bağlara taşınırdı. Bağı olmayanlar kiralardı. (Buna sayfiye de denir).

Orada yaz boyu bahçe ile, meyve-sebze ile uğraşılır, kışlık erzak hazırlanırdı. Kuru sebze, salça, pekmez, turşu vesaire.

Erkekler sabah varsa otobüs, yoksa fayton, at arabası, beygir veya eşekle işe gider, akşam dönerdi.

Köpek genellikle evi, bağı-bostanı bekler, bekçilik eder; eğer sürü varsa sürüyle ve çobanla giderdi. (Bugün de öyledir). Kedi sadece sevilen bir obje olmanın ötesinde aslî vazife olarak fare kovalardı.

At, eşek, katır ulaşım ve yük taşımada kullanılır; hali vakti yerinde olanlar sadece binek hayvanı olarak at beslerdi. Bunların bazıları faytona veya arabaya koşulurdu.

Tarım toplumunun şehirleriyle sanayi toplumunun şehirlerini karıştırmayalım. Bu yanlış çok yapılıyor. Aralarında yüzde yüz fark vardır.


Sanayi toplumunda hayvanların yerini makinalar aldı.

Ve insanlar bunca yıl dost oldukları hayvanlardan ayrıldılar.

Makine hayvan sevgisinin yerini tutamaz. Bu sebeple bu toplumsal değişim hem insanların hem de hayvanların içinde bir yara olarak kanamaktadır.

Karda, yağmurda, soğuk havada nerde bir sokak kedisi veya köpek görsek “Ah, canım sen bu soğukta ne yapacaksın” diye duygulanırız.

Biz tarım toplumundan hâlâ kopamadık. Bakmayın metropolleri dolduran kalabalıklara. Onların çoğu hâlâ köylüdür.

Köyler boşalınca sahipsiz kalan köpekler sanki onları takiben şehirlere geldi. Ancak istihdam imkânı olmadığı için açıkta kalıp “sokak köpeği” oldular.

Kediler şanslı.

Onlar yine evlerimizin, çocuklarımızın sevimli dostları. Gerçi betonarme binalarda fare yok, olsa bile bu kediler fareden korkuyor.

Ülkemizde pek çok kedisever var. Bunların en tanınmışı herhalde Beyazıt Kütüphanesi hâfız-ı kütübü İsmail Saib Efendi olmalıdır. Kütüphanenin kendisine ayrılmış dairesinin avlusunda yüzlerce kedi beslermiş. Bu sebepten olacak İbnülemin Mahmut Kemal İnal vefatına şu tarihi düşmüştür:


Yüz kedi geldi dedi tarihini

Gitti İsmail Efendi cennete


Şehirde bazı “sokak kedileri” korunuyor.

Bunlar bir dükkân sahibinin sevgisini kazanıp oraya veya daha ileri giderek bütün bir pasaja hâkim oluyor, bir nevi maskot olarak sevilip korunuyor.

Ayasofya Camisi’nin bile böyle bir kedisi vardı.


Buna benzer bir iltica sağlık kuruluşlarımızda gerçekleşmiş idi.

Karda, yağmurda, soğukta üşüyen sokak hayvanları bir yolunu bulup hastanelerin kapılarından sızıyor; öncelikle hemşire, temizlikçi, bayan doktor vb. gibi annelik hassasiyeti taşıyan merhametli personel tarafından korunup kollanıyorlardı.

Lakin bu bir sakil durumdur.

Gün geçmiyor ki bir sokak köpeği bir çocuğa saldırmasın.

Mazallah içeride bir köpek olduğunu bilmeden çocuğu ile beraber hastaneye veya Sağlık Ocağı’na giren bir baba köpeği görünce ne yapar?

Ürker, geri çekilir veya hücum eder.

Köpek ne yapar?

O da kendine yapılan bu haşin hamleye karşılık verir. Saldırabilir.


Olmasın böyle şeyler.

Olmasın diye Sağlık Bakanlığı bir yazı ile ilgilileri uyardı. Bu hayvanlar derdest edilip en yakın barınağa gönderilecek.

Doğrusu bu.

Hayvan aklı işte (içgüdü mü diyelim).

İnsanları eski dosttur diye yakın görerek yaklaşıyorlar. Sıcak bir yuvadır diye resmî daireye sığınıyorlar.


Not: Gazze için en etkili gösteri, kapının açılması ve yardım tırlarının içeri girmesi için Refah Kapısı önünde yapılmalı. Ümmetin on binlerce genci kapı önünde toplanmalı. Ama bu mümkün değilmiş. Sisi değil Mısır’a, Sina’ya dahi kimseyi sokmuyormuş.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Dersaadet’in kalbi 23 Nisan 2025 | 81 Okunma Hayvan aklı 16 Nisan 2025 | 94 Okunma Çevreciyiz 09 Nisan 2025 | 79 Okunma Ramazan, bayram ve Türkiye 02 Nisan 2025 | 120 Okunma Dua 26 Mart 2025 | 220 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar
Close menu