İstanbul biter mi? (2)
Şehirlerin silüeti onun hangi esasa, fikre, inanca, güce, medeniyet ve estetiğe mensup olduğunu ortaya koyar. Eski şehirler dünyanın her yerinde dinî düşüncenin, inancın silüetini taşırlar. Budistlerin...
Şehirlerin silüeti onun hangi esasa, fikre, inanca, güce, medeniyet ve estetiğe mensup olduğunu ortaya koyar. Eski şehirler dünyanın her yerinde dinî düşüncenin, inancın silüetini taşırlar. Budistlerin pagodaları, mabetleri; Hıristiyanların katedral ve çan kuleleri, Müslümanların kubbe ve minareleri, paganların piramitleri...
Bir ara gözlerim Kızkulesi’ne takıldı. Onu hep Boğaz’ın firuze sularında salınan gizemli bir geline benzetmişimdir. Hangi umutsuz sevdanın rüzgârı ile kendini denize atmış, suya seccade salan dervişler gibi dalgalar üzerinde yürümeye başlamıştır.
Heyhat!
Yukarıdan beri dile getirmeye çalıştığım bu şairane düşünce ve duygular gerçekle yüz yüze gelindiğinde yerini tarifsiz kederlere terk ediyor. Bu “taşı toprağı altın” şehir, her şey satılık fehvasınca ihaleye çıkarılmıştır. Kızkulesi dahi ihaleden nasibini almış, yeniden dizayn edilmiş, masumiyetini kaybederek işletmeye açılmıştır.
“Men tâ senin yanında hasreten sana” mısraı, o Türk İstanbul’u inşa eden ruh uçup gitmiş; öte fikri kaybolmuş, gün bu gün, saat bu saat olmuştur. Bu; İstanbul’un üzerine bir şu kadar zamandan beri abanan hâkim sermaye-hâkim kültürün hegemonik baskısıdır.
Bakışlarımı Pera’ya, Maslak’a doğru çeviriyorum. Ufukları paranın mordan kırmızıya çalan rengi kaplamış. Bu rengin ortasından gökyüzünü fethe çıkan gökdelenler hortlamış.