Kalbin akletmesi
Bir süre önce bu sütunda “Kalp ile akıl” başlıklı bir yazı yayımlamıştım. O yazı da, bu yazıda Kur’an-ı Kerim’de geçen “Kalbin akletmesi”ni nasıl anlayacağımız...
Bir süre önce bu sütunda “Kalp ile akıl” başlıklı bir yazı yayımlamıştım. O yazı da, bu yazıda Kur’an-ı Kerim’de geçen “Kalbin akletmesi”ni nasıl anlayacağımız hususundadır. Bu zor kavranır bir mesele. Biz aldığımız eğitim ile olmalı “anlam”ı kavramak, düşünmek, problemi çözmek için aklı kullanırız. Böyle biliriz. Kur’an-ı Kerim’de “akletmez misiniz – düşünmez misiniz” ihtarı çok geçer. Peki “kalp”i nereye koyacağız? Akletme fiilinin kalbe nisbet edilmesini (Hac, 46); aynı şekilde fıkhetmenin (anlama) de kalbin bir işlevi olduğunun (A’raf, 19) zikredilmesini nasıl yorumlayacağız?
Elbette ki bunu ben izah edemem. Kendim için ve siz okurlar için Elmalılı Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı eserinde “Bakara” suresinin tefsiri yapılırken “Kalp” için verilen bilgileri özetle naklediyorum. Yazır’ı bu büyük âlimi rahmetle anıyorum.
“ ‘Kalp’, yürek ve gönül mânâlarına gelir, yani ‘kalp’ iki mânâya kullanılır. Birisi göğsün sol tarafında, sol memenin altına doğru konulmuş bir çeşit çam kozalağı şekline benzer bir durumda (sanavberiyyüşşekil) ve bedendeki etlerin hiç birine benzemiyen, hem sinir ve hem kas dokularının esaslarını toplayan belli bir et parçasıdır ki, atar ve toplar bütün damarların köküdür. İçinde karıncıkları ve kulakcıkları vardır. İnsanın aza ve organları içinde kendi kendine hareket eden odur. Ruha ait iticilik ondan başlar. Bu motoru kendinde, kendi kendine açılıp kapanan bir tulumbadır. Kan dolaşımı buna borçludur. Ve bununla beraber bu hareketin solunum ve akciğer hareketi ile de bir ilgisi ve paralelliği vardır. Bu kalp, beden ilimlerinden olan tıp ilminin ve doktorların meşgul olduğu bedenî ve yeri belli olan kaptir. Buna biz dilimizde yürek tabir ederiz. Nitekim mideye de kursak deriz, ‘kursak aşını, yastık başını ister’. İkincisi, ruhanî, ilahî bir lütuf olan ve bütün şuur, vicdan, duygu ve sezgilerimizin, düşünme kuvvetimizin kaynağı yani manevî âlemimizin merkezi bulunan, yeri belli olmayan kalptir ki, ‘insan ruhu’ da denilir. İnsanın asıl gerçeği bu kalptir. İnsanın anlayışlı, bilgin ve arif olan bölünmez kısmı; konuşulan, azarlanan, talepte bulunulan ve sorumlu olan özü budur. Bütün benliğimiz öncelikle bundadır. Bunun için anlayan ‘ben’, anlaşılan ‘ben’in içindedir. Ben ruhuma, cismime, aklıma, irademe bundan geçerim. Bu sanki ruhumuzun bir gözüdür. Sezgi bunun bakışı, akıl bunun ruhu, irade bunun kuvvedir. Bunu, ruhumuzun kendisi şeklinde anlayanlar da çoktur. Dilimizde buna yine ‘kalp’ deriz. Yukarda ‘gönül’ denildiğini de söylemiştik. Çünkü ‘gönlümden geçti’, ‘kalbimden geçti’, ‘zihnimden geçti’, ‘aklımdan geçti’ dediğimiz zaman hepsinde aynı mânâyı kastederiz. Bununla beraber kalp ile gönlü ayırdığımız noktalar da vardır. Mesela ‘kalbin çürük’ deriz de, aynı mânâda ‘gönlün çürük’ demeyiz. Bazan yürek kelimesini de bu mânâda kullandığımız olur ki, ‘yürekli adam’, şecaatli ve kuvvetli kalbe sahip adam demektir. Şüphesiz mekansız olan bu ruhanî kalbin bütün beden ve cisim olan kalp ile bir ilişkisi vardır.”
Yukarıdaki ifadeler içinde bilhassa “anlayan ben” ile “anlaşılan ben” ve bunların “iç içe” olması fevkalade dikkat istiyor. Âdeta Yunus’un “Bir ben vardır bende benden içeri” mısraına gönderme yapıyor. Özne-nesne ilişkisinin “anlam” ile alâkasını batılı filozoflardan çok daha iyi aydınlatıyor.
Bu noktada Gazzalî’nin kalp için söylediklerini hatırlamalıyız. Şöyle diyor: “Kalp, ruh, akıl ve nefis farklı anlamlar taşısa da, bütün bunlar “Rabbanî latife” denen bir kavrama, müştereken delalet eder. İnsanın hakikati bundan ibarettir.”
Hz. Peygamber ruh hakkında tartışmanın gereksizliğini dile getirirken herhalde “kalp”e de işaret ediyordu. Gazzalî de aynı fikirdedir.