Karpuz-kavun
Bir süre önce bu sütunda yayımlanan “Meyveler” yazımızın sonunda, “kısmet olursa bu konuda bir yazı daha yazarım” diye söz vermiştim. Sözümün eri olarak şu metni yazıyorum....
Bir süre önce bu sütunda yayımlanan “Meyveler” yazımızın sonunda, “kısmet olursa bu konuda bir yazı daha yazarım” diye söz vermiştim. Sözümün eri olarak şu metni yazıyorum. Sıcakların “Yandım Allah” dedirttiği günlerde “Ulan bir karpuz olaydı da şuracıkta kesip yeseydik” der miyiz? Bence deriz.
Hele gölgeli kapalı mekanda değil de gün altında çalışıp ter dökenler için bu ne büyük bir nimettir. Karpuz serinletir. Susuzluğu giderir. Yedikçe yiyesi gelir insanın. Hem fakir babasıdır. Yanında biraz peynir-ekmekle övün savar.
Eskiden (yani şu tarımın modernleşmesinden önce) her şehrin, beldenin, bölgenin kendine mahsus rengi, tadı, kokusu olan karpuzu vardı. Bunlar içinde Adana, Tekirdağ, Diyarbakır şöhretli idi. Buralarda hâlâ yerli karpuz bulmak mümkündür.
Zaman içinde ithal tohumlar memleketi istila edince “verimi artırmak” için her tarlaya aynı çekirdek ekilmeye, her bölgede aynı karpuz yetişmeye başladı.
Gerçekten verim artmıştı ama biz tek lezzet ile başbaşa kalmıştık. Çekirdiği küçük ve az, rengi iyicene kırmızı ama tadı “eh, neyse”. Sonra sonra ithal karpuz da gelmeye başladı (Bilhassa İran’dan), ve Nisan’da, Mayıs’ta manav tezgâhlarında karpuz görmeye alıştık. (Şimdi neredeyse dört mevsimde de bulunuyor). Böylece yıllar yılı “Karpuz kabuğu suya düştü, yaz geldi” diye bildiğimiz “yaza dair” sözün bir mânası kalmadı.
Efendim karpuzu yemek bir yana kesmek de bir marifettir. Aslında soğuk suda veya dolapta soğumuş karpuzun en hoşuma giden tarafı tuhaftır kesilirken çıkardığı ses. Şöyle bıçağı attınız mı, eğer olgun-iyi bir karpuz ise çatırdayarak kendiliğinden yarılır. İkiye bölündüğünde etrafa hoş bir rayiha yayar. İşte bu çıtırtıya bayılıyorum. Lakin karpuza böyle kaba muamele etmeyiniz.