Ne yiyelim, nasıl yiyelim?
Modern insanın etrafı bir “korku çemberi” ile çevrilmiştir. Bu çemberi delmek için “bilime ve teknolojiye bel bağlanır, sığınılır”. Başlangıçta bir şifa bulunur belki ama bu...
Modern insanın etrafı bir “korku çemberi” ile çevrilmiştir. Bu çemberi delmek için “bilime ve teknolojiye bel bağlanır, sığınılır”. Başlangıçta bir şifa bulunur belki ama bu süre çok kısadır. Tıpkı bilgisayarların alındığı gün eskidiği gibi, bir ilacın yerine yenisi çıkar veya bir itiraf dile gelir “Yahu meğerse zararlıymış”. Modern insan böylece hayatta dikiş tutturamayarak, kapitalizmin rüzgârına kapılıp bir o yana bir bu yana savrulur.
Bütün bir kozmetik-turizm-ilaç-ulaşım-giyim-kuşam-iletişim, gıda, konut, eğlence sektörleri bu insanın üzerine günde milyonla bomba yağdırır. Her gün umutlandırır, her an karamsarlık kuyusuna sallandırır. Ve biz zavallı modern zaman adamları “kime inanacağını, kime güveneceğini” şaşırmış vaziyette üstümüze saldıran ilk satıcının kucağına düşeriz. Güneş güzel derler, yanık ten yakışıklı; bronzlaşmak sağlık alameti. Oysa insanoğlunun güneşten alacağı yardım herhangi bir uzvunun onbeş, yirmi dakika güneş görmesidir (Günde bir kere el, yüz, ayak vesaire).
Bazan “şu ilacı alın” yerine şu gıdayı tüketin derler. Mesela ülkenin “mercimek stokları” dağlar gibi yığılmış, mercimek üretici ve tüccarı zor durumda kalmıştır. Hemen bir kampanya başlatılır. Bu kampanyanın bilim adamları, reklamcıları, siyasileri, ekonomi uzmanları, doktorları, gıda mühendisleri, diyetisyenleri.... vs..... say say bitmez. Kampanya bu, herkes vurgundan payını almaya bakar. Aşçılar mercimeğin tatlısından hoşafına kadar yüz türlü yemeğini sayar, gıda uzmanı onu öyle bir över ki, mercimek yiyenlerin ömrü bir anda yüz yıla çıkar.
Amerikalı yazar Michael Pollan “Gıda Kuralları” diye bir kitap yazmış. Kitap kapış kapış gidiyormuş. Hani şimdi nostaljik biçimde bir eskiye dönüş, bir sırların çözülüşü, şifrelerin ifşası, gizli ilimlerin üstatları, beslenmenin ve sağlığın formülleri, mistisizmin koçları, ve bütün bunları romana, edebiyata geçirip çok satanlar var ya; Pollan da (eh helal olsun) fırsatı kaçırmamış. Oyunu kuralına göre oynayarak kitabını yazmış. Şöyle:
Çok sayıda diyetisyen, antropolog, doktor, hemşire, yeterli sayıda anne ve büyükanne ile konuşmuş. Onların anlattıklarını (Yani esasen dünya kuruldu kurulalı tecrübeyle sabit gerçekleri ki, bunları bilmeyen yok) kitabına aktarmış.
Eskiden “kocakarı ilaçları” diye burun kıvrılan tedavi usullerinin, yiyeceklerin, alışkanlıkların amansız bir düşmanı vardı “bilim”. Yahu bu “bilim” de bunadı galiba, olup bitenlere pek müdahale etmiyor ki Pollan gibi arkadaşlar gemisini yüzdürüyor.