Felsefî düşünce alanında cari açık sorun
Epey zamandır bu köşede dinî konularla ilgili yazılar pek yazmıyorum. Çünkü artık din konusunun haraç-mezat alınıp satılan bir metaya dönüştüğüne, bu konuda sürekli konuşmanın...
Epey zamandır bu köşede dinî konularla ilgili yazılar pek yazmıyorum. Çünkü artık din konusunun haraç-mezat alınıp satılan bir metaya dönüştüğüne, bu konuda sürekli konuşmanın bir nevi lafazanlık anlamına geldiğine, özellikle sükseli vaaz retoriklerinin yorgunluk ve usanç ürettiğine inanıyorum. Bu yüzden, son zamanlarda doğrudan doğruya dinî konularla ilgili yazılar yazmaktan mümkün mertebe imtina ediyorum. Daha önceki birkaç yazıda ölüm, hüzün gibi konular üzerinde durmam bizi seven birçok insanın, “Hoca ilmî alanla ilgili çalışmaları askıya almış olmalı…” mealinde bir endişe ve kaygıya sevk etmiş görünüyor. Bu vesileyle belirtmek isterim ki ilmî çalışmalarımda duraksama veya askıya alma gibi bir durum söz konusu değil… Bilakis tefsir çalışmasıyla ilgili meşguliyet kesintisiz olarak devam ediyor; hatta kimi zaman sabahlara kadar tefsir çalışması sürüyor. Üstelik tefsirin ilk cildi -inşallah- bu ayın sonlarına doğru okuyucuyla buluşuyor. Ama takdir edersiniz ki sürekli olarak aynı konu üzerinde çalışmak hem zihnen hem bedenen yorucu ve yıpratıcı oluyor. Hele bir de atak hâlindeki hastalıklarınız sizi her dem hırpalıyorsa, işte o zaman tükenmişlik sendromu baş gösteriyor. Hem bu sendromun üstesinden gelmek hem de ilmî çalışmaların zihnî yorgunluğunu kısmî olarak hafifletmek için hayata ve insanlık hâllerine dair yazılar yazmak az çok rahatlatıcı oluyor. *** Hayata dair yazılarımdaki genel muhtevanın sözgelimi Dale Carnegie’in “Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak” kitabına uygun şekilde değil de insan ruhunun sancılarına ve sıkıntılarına parmak basıyor olması temelde fıtrî yapım ve hayata pesimist bakışımla alakalıdır.