Zaman geçip giderken
Solan yapraklar, kitabın ardı ardına çevrilen yaprakları, takvim yaprakları. Uçan her yaprak bir tarih sayfası gibi dokunup geçiyor içimize. Biz ne kadar münzevi olalım desek de bir deli rüzgâra bakıyor her...
Solan yapraklar, kitabın ardı ardına çevrilen yaprakları, takvim yaprakları. Uçan her yaprak bir tarih sayfası gibi dokunup geçiyor içimize. Biz ne kadar münzevi olalım desek de bir deli rüzgâra bakıyor her şey.
Çevrilen her sayfa ile biraz daha hızlı geçiyor zaman. Bir tarihin değişmesi en çok da yaşımıza dokunuyor.
Sınırlar çizildikçe çoğalacak, tel örgüler aşılmadıkça yükselecek üstümüzde. Bir enkazın en altından çekip çıkarmadıkça insanlığı, yeni depremler yoklayıp duracak dünyanın merkezini. Ölüm eski bir şarkı gibi dolanıp duracak aramızda. Aslında hiç unutmadığımız ama duyar duymaz boğazımıza bir yumruğun oturduğu içli şarkılar gibi.
Üşüten bir soğuk rüzgâra kaptırıp kendini bu kez hüzün hastalığından değil isyan kokan bir türküye çevirecek yüzünü. Yaraya merhem yaraşır, acıya türkü.
Hayat çok da acı vermiyor aslında görmezsek bir adım ötemizi. Irmağın karşısını görmezsek, arka sokaklardan gelen seslere aldırmazsak, çölden gelen fırtınaya kapatırsak gözümüzü, ağlayan bir çocuğun gözlerinden kaçırırsak kalbimizi, bir şarapnel parçasından sakınırsak kendimizi çok da acı vermiyor hayat. Sahi, nasıl da uçup duruyor takvim yaprakları böyle.
Havada uçuşan sadece rakamlar olsa iyi.
Havada uçuşan sadece “tarihte bugün olsa” gam yok.
Havada uçuşan, çocuklarımıza konacak kız isimleri, erkek isimleri, günün şiiri.