Başkan Erdoğan o anneleri kabul etmeli
Yıllardır sessizce devam eden ve sorunsuz şekilde tekrarlanan Cumartesi Anneleri protestosuna ilk kez 3 hafta önce aşırı sert ve gereksiz şekilde müdahale edildi. Ben özellikle bekledim ve bu tavır devam edecek mi etmeyecek mi emin olmak...
Yıllardır sessizce devam eden ve sorunsuz şekilde tekrarlanan Cumartesi Anneleri protestosuna ilk kez 3 hafta önce aşırı sert ve gereksiz şekilde müdahale edildi. Ben özellikle bekledim ve bu tavır devam edecek mi etmeyecek mi emin olmak istedim. Anlaşılan edecek. 3 haftadır İstiklal Caddesi yüzlerce polisle, barikatlarla ve TOMA’larla doluyor. Son iki haftadır şükür ki gözaltı yok ama her hafta belli ölçüde arbede yaşanıyor.
Peki ne oldu da, 699 hafta sükunet ve barış içinde yapılan protestolar bir anda sert müdahale edilmesi gereken eylemler haline geldi? Yeni bir istihbarat mı var? Cumartesi Annelerinin içine terör eylemine hazırlanan birileri mi karıştı? Annelerin yanında silah mı bulundu, saldırı planı mı ele geçti? Ya da İstanbul’un terörle ve uyuşturucu ile anılan bazı mahallelerinde yine bir hareketlilik mi var? Oralardan eylem hazırlıkları haberleri mi geliyor polisin kulağına?
699’uncunun, 700’üncüden farkı ne?
Bu soruların hiçbirine somut ve ikna edici bir yanıt bulabilmiş değilim. 699’uncu haftayı müdahalenin başladığı 700’üncüden ne ayırıyor, bilmiyorum ama orada yıllardır kayıp olan evlatları için feryat eden annelerin kederini biliyorum, görüyorum.
Kimileri o annelerin gözaltında kaybolmuş ya da öldürülmüş çocuklarının aşırı solcu teröristler olduğunu söylüyor. Cumartesi Annelerinin çocukları, 2018 ortamında bile hala suçlanabiliyor. Diyelim bu iddiaların hepsi doğru ve Galatasaray Lisesi önünde toplanan annelerin çocukları istisnasız silahlı solcu terörist. O zaman 90’lı yıllarda bu annelerin evlatlarının evinden gözaltına alınıp işkence altında öldürülmeleri ya da kıyıda köşede yargısız infaz edilmeleri meşru mu oluyor?
Devlet demek hukuk demektir. Hukuk yoksa o ülkede devlet de yok demektir. Karşınızdaki azılı terörist bile olsa, hukuku ezip geçerek kontr-terör mantığıyla davranamaz bir devlet. O zanlıları gözaltına alır, tutuklar ve mahkemeye sevk eder.
90’ların devlet politikası
Açık ve dürüstçe teşhisi yapmalıyız: 90’larda bu ülkede devlet maalesef bir tip mafya teşkilatına dönüşmüştü. Devletin içine sızmış çeteler yoktu bilakis çeteleşmiş bir devlet sistemi vardı. Koramiral Atilla Kıyat’ın itiraf ettiği gibi, faili meçhuller resmi bir devlet politikasıydı. Tüm o gözaltında kayıplar, yargısız infazlar, jandarma ve poliste işkenceler ve faili meçhuller MGK onayıyla yapılıyordu. Bunu da herkes biliyordu…
O dönemin anaakım medyasında kullanılan, ‘Devletin içine sızmış eşkiyalar ve çeteler’ söylemi aslında birkaç günah keçisi ilan edip eşkiyalaşmış sistemi aklamak için yapılan bir kamuflajdı.
Bu kavramı bizzat Başkan Erdoğan yerleştirdi
O yüzden Başkan Erdoğan, 16 sene boyunca konuşmalarında yüzlerce kez “Bu ülkede 17 bin faili meçhul cinayet yaşandı. Ortada devlet otoritesi ve hukuk kalmamıştı. Biz çetelerle, mafyalarla mücadele ede ede bugünlere geldik” dedi.
90’larda işlenen 17 bin faili meçhul cinayet olgusunu zihinlere kazıyan ve bu 17 bin söylemini herkesin diline yerleştiren bizzat Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan, zamanında Cumartesi Annelerini resmi konutunda kabul etmiş ve saatlerce dinlemiş, sorunlarıyla ilgilenmiş bir liderdir. O dönem devlet ile Cumartesi Anneleri arasında çok yararlı bir diyalog oluşmuştu.
Aynı Cumartesi Anneleri geçtiğimiz haftalarda bir kez daha Başkan Erdoğan’dan randevu istediler. Bence Tayyip Bey bu randevuyu yeniden vermeli. Yeniden bizzat annelerden güncel sorunlarını dinlemeli.
Fazıl Say’ın annesinin ölümünde çok doğru bir tavır sergiledi Erdoğan. Kendisine sert muhalefeti ile bilinen Say’ın da Cumhurbaşkanı olduğunu gösterdi. Yeni kabine üyeleri de ünlü piyanisti arayarak çok doğru yaptılar. Zıt siyasal görüşlere sahip kesimler arası bu kin ve nefret bitmeli artık…
***
Çocuklarına bir mezar taşı istiyorlar, çok mu?
İncelediğim kadarıyla Cumartesi Annelerinin hiçbirinin geçmişe yönelik bir kini ve intikam talebi de yok. Sadece çocuklarının cansız bedenlerine kavuşmak, onlara bir mezar taşı dikmek istiyorlar. Bu talep bir anneye çok görülebilir mi? Devlet o dönemin tüm kayıtlarını açıklamalı ve tıpkı Dersim 1938 katliamında olduğu gibi faili meçhullerden ve gözaltında kayıplardan resmen özür dilemeli. Dersim katliamının mağdurlarına karşı devletin başı olarak Erdoğan özür dileyince Türk Devleti küçülmemiş aksine büyümüştü…
Yeniden söyleyeyim: En azılı terörist bile olsa bir insan ancak yargı kararıyla gözaltına alınıp tutuklanabilir, hatta müebbete mahkum edilip ömrünü cezaevinde geçirebilir ama beyaz toroslarla bir yargı kararı dahi olmadan alınıp bir bayırda kafasına sıkılıp sonra da cesedinin yakılması o ülkede devlet olgusunun kalmadığına işarettir. Bu ve bunun gibi skandallar yüzünden 90’larda Türkiye’de devlet kurumu toplumun çoğunluğu nezdinde itibarını tamamen kaybetmişti. Başkan Erdoğan, devlet kavramına çoğunluğun gözünde yeniden itibar kazandıran liderdir…
Benim siyasi görüşümü herkes biliyor. Yakın bir zaman önce, Marksizmin totaliter şiddet yüzünü gösterdiğim sözlerimden ötürü aşırı sol bir terör örgütünden tehditler aldım. Bu örgütün iki militanının benimle ilgili dinlemeye takılmış korkunç bir telefon konuşması internette duruyor. O yüzden hakkımda resmi koruma kararı var. Fakat ne olursa olsun o militanlara bile hukuksuz muamele edilmesini kabul etmiyorum.
Polisin ‘Şov yapma’ dediği anne çocuğunu bizzat götürmüştü
Bakın bu haftaki müdahalede feryat ederken, polisin son derece gaddar davrandığı ve ‘şov yapma’ diyerek iteklediği Hanife Yıldız’ın oğlu Murat Yıldız, 95’te İzmir’de kendi ayaklarıyla gittiği karakoldan bir daha çıkamamıştı. Üstelik ona karakola gitmesini telkin eden annesi Hanife Hanım’dı.
Cumartesi Anneleri eylemlerine yıllardır katılan başka bir aile de Fehmi Tosun’un ailesi. Geçen cumartesi polis müdahale edene kadar bir bildiri okuyan Tosun’un kızıydı. Tosun kimdi, biliyor musunuz? 1995’te İstanbul’da evinin önünden beyaz bir torosa bindirilen ve eşinin plakayı alıp, polise vermesine rağmen kayıplara karışan Diyarbakırlı bir vatandaştı.
U2’nun albümünde sorduğu Fehmi Tosun
Dünyaca ünlü U2’nun 1997’deki Pop albümünün kapağında “Kaybedilen Fehmi Tosun’u unutmayın” notu vardır. Grubun Türkiye’ye yıllarca bu olay nedeniyle gelmediği ileri sürüldü. Nihayet 2010’da, Türkiye insan hakları alanında ilerleme kaydedince İstanbul’da, Olimpiyat Stadında bir konser veren dünyaca ünlü grubun solisti Bono o sahneden yine Fehmi Tosun’u sormuştu.
Bakın 2003’te devlet, AİHM’e başvuran Tosun’un ailesine 40 bin Euro tazminat ödemiş, hükümet mahkemeye sunduğu beyanda şöyle demişti:
“Hükümetimiz mevcut Türk yasalarına ve hükümetin bu tür olayları engelleme girişimine rağmen mevcut davanın açılmasına neden olan Fehmi Tosun’un kaybolması olayının meydana gelmesinden üzgündür. Bir kimsenin kaybolması olayı hakkındaki soruşturmanın eksik yapılmasının, AİHS’nin 2. Maddesinin ihlalini oluşturduğu kabul edilmektedir. Hükümet yaşama hakkının gelecekte güvence altına alınmasını sağlamak için gerekli tüm önlemleri alıp, etkili soruşturmaların yürütülmesini zorunlu kılan talimatları vermeyi taahhüt etmiştir…”
Murat Yıldız ve Fehmi Tosun gibi binlerce hikaye var maalesef bu ülkede. 90’lar herkesin ama özellikle de Alevi, Kürt ve dindar vatandaşlarımızın üzerinden silindir gibi geçen yıllardı. Tayyip Erdoğan o yılların hesabını soran lider olduğu için çok sevildi. O çeteleşmiş sistemle hesaplaşan, her gün gözaltında kayıpların yaşandığı bir ülkeyi mazide bırakan bir lider olduğu için… İşte şimdi de bu nedenle o annelere yeniden randevu vermeli, onları dinlemeli, acılarını paylaştığını hatırlatmalı…