Önce kime dokunacağız?
Bazı tartışmaları fazla söze boğmanın anlamı yok. Türkiye’nin sorunları belli. Öncelik sırası belli. Başka bir ifadeyle acilen yapması gerekenler belli. Türkiye bugün nerede duruyor? Yarın nerede...
Bazı tartışmaları fazla söze boğmanın anlamı yok. Türkiye’nin sorunları belli. Öncelik sırası belli. Başka bir ifadeyle acilen yapması gerekenler belli.
Türkiye bugün nerede duruyor? Yarın nerede durması planlanıyor? Kuşatıldığı sorunları nasıl çözecek ya da nefes alacak? Tüm bunların cevabını sadece konuşarak değil, adım atarak ve hamle yaparak bulmak zorundayız.
Sıkça bakmamız gereken bir dönem var. 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 arasındaki beş ay, Türkiye’de ne olup bittiğinin belki de en net tablosu. 7 Haziran’da Türkiye’yi bir koalisyona mahkum edip, neredeyse onbeş yıllık emeğini ve yakın geleceğini heba etmek isteyen proje, 1 Kasım’da sandıkta ağır bir darbe aldı.
Kim ne derse desin, bu beş aylık dönemin ve 1 Kasım’da ortaya çıkan sonucun bir tek mimarı var: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Zaten tam da bu nedenle 7 Haziran projesinin hedefi, bizzat kendisiydi.
Ayrılıkçı Kürt hareketini siyasi zeminde öne çıkarıp, Türkiye’yi dize getirmek isteyenler, ilk aşamada istediklerini kısmen de olsa elde ettiler. Uzun yıllar sonra ilk kez koalisyon ihtimali konuşuldu. Hatta yeni bir seçimde kimbilir ne olur endişesiyle AK Parti’de de böyle bir projeye sıcak bakanlar çıktı. Projenin doğal uzantısı olanları saymıyorum bile.
İşte o dönem, Tayyip Erdoğan peşpeşe yaptığı hamlelerle Türkiye’nin önünü yeniden açtı. Deniz Baykal görüşmesinin ortaya çıkardığı hava, AK Parti’nin TBMM Başkanı seçimiyle kırılan özgüvenini yeniden kazanması daha başlangıç adımlarıydı. Ama asıl hamle, bizzat ülkenin bekasını ilgilendiren alanda geldi. Daha doğrusu bu seçim öncesinde başlayan ve birilerinin ‘seçim yatırımı’ olarak gördüğü hamlenin, daha büyük bir kararlılıkla devam ettirilmesiydi.