Neden bütün savaş uçaklarını istiyoruz?
İsminin başına, ‘dünyanın en büyük SİHA firması’ ünvanını rahatlıkla yazabileceğimiz Baykar’ın İtalyan Piaggio Aerospace’ i satın alması dünyanın da ilgisini çekti, burada da haklı olarak kutlandı… Başarı haberlerinin pek çoğu, Piaggio Aerospace’in F-35 motorları için de parça ürettiğini yazmadılar ama bir kısmı ayrıntıyı fark etti ve okurlarına yansıttı. Yalnız onlar da, gerçeği biraz süslemiş olabilirler; “bu satın alma ile Türkiye, çıkarıldığı F-35 programına geri dönmüş oldu”… Gazetecilik ağızıyla
İsminin başına, ‘dünyanın en büyük SİHA firması’ ünvanını rahatlıkla yazabileceğimiz Baykar’ın İtalyan Piaggio Aerospace’i satın alması dünyanın da ilgisini çekti, burada da haklı olarak kutlandı…
Başarı haberlerinin pek çoğu, Piaggio Aerospace’in F-35 motorları için de parça ürettiğini yazmadılar ama bir kısmı ayrıntıyı fark etti ve okurlarına yansıttı. Yalnız onlar da, gerçeği biraz süslemiş olabilirler; “bu satın alma ile Türkiye, çıkarıldığı F-35 programına geri dönmüş oldu”…
Gazetecilik ağızıyla söyleyelim, bu türden ‘köpürtmeler’ üç şeye neden oluyor; bir, sanki Türkiye F-35’lere ne olursa olsun ulaşabilmek adına/çaresizce uluslararası arka kapı numarası çekmiş havası veriyor, iki, adı geçen şirketin F-35’le bağlantısı, Türkiye-ABD arasındaki sorunu kendi başına aşabilirmiş havası veriyor ve üç, Baykar’ın girişimi kendi başına zaten başarı değil mi?
Nihayetinde sektör gözlemcileri/üyeleri, özellikle Avrupa ülkeleri önemli bir İtalyan firması ve know-how’unun ticari yoldan el değiştirmesinin ne demek olduğunu elbette anladılar. Bu iyi iştir!
Bu vesileyle kendi çizgimizi de anımsayalım; Baykar veya pek çok savunma sanayii girişiminin ana motivasyonu, hedefi, “bağımsızlıktır”!..
***
Bundan sonrası, yani konu ABD ile silah/savunma ilişkileri, münhasıran F-35 dosyası olduğunda, konunun ana ağırlığı siyasi ilişkilere girer…
Kalıplı savunma sanayii anlaşmaları/alışverişleri aynı zamanda ve daima politiktir! Aldığınız ürün ve hizmetin üstünde siyasi mesaj taşır. Haliyle, ABD ve F-35’e kapı açıp açmadığına bakmadan evvel, Türkiye’nin İtalya ve İspanya gibi ülkelerle geliştirdiği son dönem ilişkileri görmek gerekir. Mesela, İsrail soykırımındaki ortak tutumlar, yeni Suriye denklemi, Akdeniz çıkarları gibi…
Benzer durum Eurofighter için yapılan pazarlıklar/müzakereler için de geçerlidir. Bu uçakların İngiltere-Fransa-Almanya üçgeninin ürünü olduğu düşünüldüğünde, hangi ülkenin “Türkiye’ye verelim bu uçakları” derken, hangilerinin ayak sürüdüğü Ankara-Avrupa ilişkilerinin/çıkarlarının parçasıdır. Eurofighter talebimizin F-35 masasına söylediği de bir şey vardır. Tıpkı, Savunma Bakanı Sayın Güler’in, “KAAN’ın uçuşunun ardından ABD’nin F-35 tutumunda değişiklik oldu” ifadesi gibi…
Hâsılı, bir şey alırken veya “isterken” de elinizde koz olması iyidir. Bunların içinde yine en kuvvetlisi, savunma sanayinizin “bağımsız” karakteri ve kuvvetidir…
Bağımsız savunmanın ne denli kritik ulusal güvenlik argümanı olduğunu tekrar tekrar yazmaya, anlatmaya çalışsak da, iş özele düştüğünde, yani şu veya bu silahın alınması noktasına vardığında, sadece teknik özellikler/kıyaslamalara indiriliyor mesele. Oysa bağımsızlık arayışı daha ince-narincedir. “Gerçekten bu silahları almalı mıyız? Alımın Türk bağımsızlığı üzerindeki etkisi hangi çaptadır” türünden soruların, açık, güçlü, ikna edici ve yine belli bir “son kullanma tarihi” verilerek yapılması icap eder…
***
Güçlü ordu ve lojistik mimarinin nasıl işe yaradığını bugün Ortadoğu’da, Türkiye’nin gölgesinin vurduğu her yerde görüyoruz. İşte Suriye. Herhangi bir aktör kımıldayabildi mi?
Ama bu dahi stratejik kıyas değildir, güncel olduğu için verdim; oysa seçilmiş ABD Başkanı Trump’ın Türk ordusuna ilişkin hemen hatırlayacağınız o sözleri stratejiktir; “Türkiye önemli bir güç. Erdoğan iyi anlaştığım biri. Büyük bir askeri gücü var. Ve bu gücü savaşlarda yıpranmadı. Çok güçlü ve etkili bir ordu kurdu”…
Elbette bu ifadeler müttefike övgü mahiyetinde de ele alınabilir, cümledeki nüanslara basarak nasıl ses çıkaracağı üzerinden de izlenebilir. Yine de, Türkiye’nin özel bir silahlı kuvvetler ortaya çıkardığı ve bunun arkasında yeni küresel düzende önüne gelecek fırsatları değerlendirme, riskleri bertaraf etmeye hazırlık olduğu iyi anlaşılmalıdır.
Son satırı yine bağımsızlıktır, çünkü yeni düzende ancak böyle ülkeler ayakta kalabilecek…
***
Yok, illa F-35’lerin nereye varacağını merak ediyorsanız, o artık Trump döneminin meselesi. Başkan Trump, yeni dönemde Türkiye’nin Ortadoğu, Rusya, Kafkaslar, Akdeniz, Batı Asya politikalarına bakarak uçakları onaylayacak veya sürüncemede bırakacak. Yoksa kanat uzunluğuna ya da İtalya’dan aldığınız firmaya bakarak değil…
Bugün Türkiye, F-16’ları istiyor, farklı blokları dâhil. Eurofighter’ı da istiyor, F-35’i de. Üstelik eskisi gibi üretimine de katılarak. Bir kısım uzman, bu tercih/talepleri yerinde buluyor. Kendilerine göre nedenlerini de anlatıyor. Yine bir kesim uzman doğru bulmuyor. Onlar da gerekçelerini izah ediyorlar…
Her iki taraf izah ettikçe, daha teknik kıyaslamalara ve bol grafikli görsellere yaslanıyorlar. Bu türden ekran sunumları göze sürmedir. İlk yağmurda akar. Teknik özü en iyi Hava Kuvvetleri uzmanları kurar ve siyasi iradeye sunar. Bu raporlamalar “riskleri” de çıplak haliyle kayda geçirdiğinden, karar için kriter oluşur…
Peki, yukarıda altını çizdiğimiz ana/temel sorular da hakkınca tartışılır mı? Ben tartışıldığını düşünürüm…
Herhangi bir silah ve mühimmatına bağlılık, hele bu silah uzun vadeli, güncelleme gerektiren, yüksek meblağ ve teknolojili, sürekli dış eğitim unsurunu vazgeçilmez kılan şartlara sahipse, “bağımlılığınız” uzar. Hatta garip gelmesin çünkü hep öyle oldu, sosyal ve kültürel dokular yaratır…
O dokular, yani hücreler, “kök” olmadığı için zamanla “bağımsızlık hücrelerinize metastaz yapar”. Ama öldürmez. Tersine ömür uzatır, yeni kuşaklar da alımlarında aynı kararları verir! Her silah alımı da siyasi karar olduğundan, “satıcı” için büyük politik avantajlar üretir.
İyi ama o zaman, “ihtiyaç-bağımsızlık” ilişkisini nasıl yöneteceğiz? Çok basit, yüzyıllardır her Türk’ün yaptığı gibi; ‘bedelini’ ödeyerek…