‘Ama biz demiştik’ diyenlere nazik uyarılar
Gülen’in örgütlü yapılanmasının neden olduğu felaket sadece Gülen Cemaati’ne değil öteden beri bütün dindarları bir tehdit olarak görmüş olan kimi asker, siyasetçi, analistlere de bir...
Gülen’in örgütlü yapılanmasının neden olduğu felaket sadece Gülen Cemaati’ne değil öteden beri bütün dindarları bir tehdit olarak görmüş olan kimi asker, siyasetçi, analistlere de bir imkân verdi. Sürekli “Biz söylemiştik” diyorlar. “Biz uyarmıştık” diyorlar. “Ama o zamanlar AK Parti ve Gülen Cemaati’nin ilişkileri iyiydi.”
FETÖ’nün polisleri, savcıları, yargıçları tarafından mağdur edilmiş askerleri anlamak mümkün. Başlarına can yakıcı hadiseler geldi. Ama bakıyorum, olanları anlatırken ayrıca endoktrine de ediyorlar: “İki ayyaş diyordunuz ne oldu? Geldiniz mi Atatürk’ün dediği yere.”
Atatürk’ün kimlik siyasetine geçit vermeyen doktrini bugünlerde en çok hatırlatılanlar arasında.
Nedense şunu hatırlamıyorlar: Atatürk de bu ülkede yıllarca seçilmiş iktidarları taciz etmenin enstrümanı olarak kullanıldı.
“Din” nasıl ki Gülen tarafından bir atlama taşına dönüştürüldü ve iş ülkede yönetimi ele geçirmek için darbe yapmaya kadar geldi, vaktiyle de darbe yapanlar, sivil siyaseti sıkıştıranlar ya da müdahale edenler için “Atatürk” bir istismar aracıydı.
Fethullah Gülen’in gücünü takiyyeden alan casusluk şebekesini Atatürk’ün haklılığının delili olarak görüyorsunuz da, Gülen örgütünü işin en başında takiyye yapmaya icbar eden şartları neden sorgulamıyorsunuz?
Atatürk’ten “Kemalizm” doktrini çıkaranlar yüzünden takiyye yapmak zorunda kalmasalardı, devlet memuriyetine ya da askeriyeye girerken kendilerini gizlemek zorunda olmasalardı, yeterince güçlendiklerinde kolayca casusluk şebekesine dönüşmek gibi bir lüksleri de olmazdı.
Gerçek şu ki “Atatürk Türkiye’si yaratmak” için insanların sıkıştırılması ve zorlanmasıdır Gülen örgütüne yakıt temin eden. Takiyye talimatının da, her yere sızma talimatının da, gerektiğinde yalan söylemenin de mensuplar nezdinde meşrulaştırıcısı, aklayıcısı hep Kemalist doktrinin katı uygulamaları olmuştur. Yapının küresel egemenler tarafından kullanılan, kimin yükselip kimin aşağı çekileceğini belirleyen bir güç halini almasıyla ilgili fotoğraf daha sonra netleşmiştir.
“Ama biz söylemiştik” diyenlerin çoğu, bütün dindarları, Erbakan’ı, Milli Görüş çizgisini, oradan koparak Fazilet olan partiyi vs de tehdit kabul ediyorlardı, sadece Cemaat’i değil.
Efendim Nuh Mete Yüksel bunları yıllar önce yazmış. Biliniyormuş. Ama AK Parti bunlara kulak tıkamış.
Nasıl tıkamasın?
Nuh Mete Yüksel aynı zamanda 28 Şubat döneminin DGM savcısı değil mi? Fazilet Partisi Milletvekili Merve Kavakçı’nın çocukları ile birlikte yaşadığı Ankara’daki eve, yanında polislerle gece yarısı baskın düzenlemiş, 28 Şubat’çı generalleri aklayan kararlara imza atmış savcı değil mi bu?
AK Parti’yi Cemaat’le daha sıkı fıkı, daha yakın ilişkilere icbar edenler tam da bu türden Nuh Mete Yüksel kafalı adamlar değil miydi?
28 Şubat’ı unuttuk mu?
Protokoldeki bir yetkilinin başörtülü eşi yüzünden subayların apar topar yer değiştirdiği günleri unuttuk mu?
Cumhuriyet Gazetesi’nin “Genç subaylar tedirgin” manşetleriyle çıktığını unuttuk mu?
Çetin Doğan’ın inkâr etmediği, Aytaç Yalman’ın muhalefet edip engellemeye çalıştığı plan seminerler yapılmadı mı bu ülkede?
Cumhuriyet mitinglerini unuttuk mu? O mitinglerde yüz binlerce insana AK Parti başa geldiğinden beri bazı gerici doktorların “don üstünden iğne yaptıkları” gibi yalanlar söylendiğini? Abdullah Gül’ü karısının başörtüsünden dolayı istemeyen, “Çankaya’da bir başörtülüye geçit vermeyeceğiz” diye bağıran konuşmacıları unuttuk mu?