Nuh'suz Nuh Tufanı
27 TEMMUZ günü İstanbul büyük bir sınavdan geçti. Akşam saatlerinde çöken karanlık ve fırtına nedeniyle adeta kutsal kitaplardan fırlayan görüntülere tanık olduk. Evinde olanlar olayı nasıl...
27 TEMMUZ günü İstanbul büyük bir sınavdan geçti. Akşam saatlerinde çöken karanlık ve fırtına nedeniyle adeta kutsal kitaplardan fırlayan görüntülere tanık olduk. Evinde olanlar olayı nasıl yaşadı bilmiyorum ama dışarda olanları “fazladan” bir sürpriz daha bekliyordu: Ceviz büyüklüğünde ve neredeyse yüz kilometre hızla inen “dolu”.
İklim değişikliğinin yaz selleri getirebileceği noktasında uzun vadeli uyarılar yapan çevrebilimciler bile temmuzda dolu yağabileceğinden bahsetmemişti.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden ise hiç bahsetmeyelim. Hayır bahsedelim: Kusura bakmasınlar, ama fırtınayla karışık dolu yağışının cılız uyarılarla geçiştirilmesi kabul edilebilir değildir. Cılız derken bile cömert davranıyorum. Neden mi? Google’a “sağanak yağış” ya da “dolu uyarısı”yazıp aratmanız yeterli. Gelen “uyarı” haberlerinin hepsinin mayıs ve haziran aylarına mahsus olduğunu göreceksiniz. Sağanak yağış uyarıları ise 27 Temmuz gecesinden sonraki zaman dilimi üzerine yoğunlaşmış. Yani İstanbul harap olduktan sonra.
Korkarım harap olan sadece şehir değil. Afetin gerçekleştiği sırada Üsküdar’daydım ve Beyoğlu/ Fındıklı’ya gelene kadar verdiğim saatler süren mücadele sırasında herkes gibi pek çok yıkılmış ağaç, hasar görmüş ev/araba, ölü kuş ve yavru kedi gördüm. Ama en acayip olanı, felaketi kendi küçük krallığını ilan etme fırsatına dönüştüren öfkeli ve nadan insanlardı.
- Üsküdar-Beşiktaş motorunun temizlikçisi, can yeleklerinin toplanmasına“Tehlike henüz geçmedi, bırakın kalsın” diye kibarca itiraz eden bir kadına, “Madem güvenmiyorsun, o zaman in!” diye bağırıyordu mesela.
- Böyle bir zamanda durak dışında bile yolcu alması gereken belediye otobüslerinin gayet müsait doluluk oranlarına rağmen duraklarda durmadıklarını gördüm. Saçak altında sırılsıklam bekleyen onlarca insanın bezgin ve şaşkın bakışlarına aldırmadan sürüp gittiklerini...
- Sarı taksilerin hiçbiri tabii ki yine ortada yoktu. Olanı da kesinlikle ama kesinlikle yolcu almıyor, dolu sonrası yağıştan kaçan insanların halleriyle kendi korunaklı alanları arasında kıyas yapıp avantaj farkının tadını çıkarıyorlardı.
- Sığınmak için gelmiş kişilerin çay, kahve, yemek siparişleriyle bayram eden kafe sahipleri, dolu nedeniyle yaralanan birkaç kuşu bir köşede bir süre ısınmaları için içeri sokmak isteyen arkadaşımı net bir “Hayır”la geri çevirdiler. “Olmaz. Mekân bitlenir.”