Biz üç dost yola çıktık
Bu sözün hikâyesi gariptir. Çarpıcıdır. Ders vericidir. Duygulandırıcıdır. Sarsıcıdır da.Kızına ziyaretine gitti. Kızı ona mükellef bir sofra hazırlamıştı. Çeşit...
Bu sözün hikâyesi gariptir. Çarpıcıdır. Ders vericidir. Duygulandırıcıdır. Sarsıcıdır da.
Kızına ziyaretine gitti. Kızı ona mükellef bir sofra hazırlamıştı. Çeşit çeşit yiyecekler. Kızarmış ekmek ve can çeken yemekler. Sofraya davet edildiğinde sofraya baktı ve şöyle dedi; kızım sen benim düşmanım mısın, dostum mu? Beni seviyor musun yoksa ateşe mi atıyorsun? Kızım otur! Sana bir şey anlatayım. Biz üç dost yola çıktık. Ahdimiz vardı. Sözümüz vardı. Menzile varmak niyetindeydik. Birbirinden ayrılmamaya ahdetmiştik. Birincimiz mütevazı bir hayat yaşadı. Dünya bütün gürültüsü ve yaldızıyla ona gelse de, o ihtiyacı kadarını aldı. Hiç aldanmadı. Bazen karnına açlıktan taş bağlar, bazen güzel yemek yerdi. Sabahlara kadar namaz kılardı. Ayaklarının altı şişerdi. Sonra bir gün arkadaşımız bizi bıraktı gitti. Boynumuz bükük kaldı. Kalbimiz bomboş oldu. Ufukta onu hep aradık.
Ondan sonra ikincimiz geldi.Birinciye benzer yaşadı. Zayıf vücudunda, nahif duruşunda büyük bir devlet taşıyordu. O da mütevazı yaşadı. Elmacık kemikleri çıkık, zayıf ve vakur bu arkadaşımız dünyaya hiç aldanmadı. Hiç dalmadı. Hikmet dolu bir hayatı vardı. Uzun ağlar, çok ibadet yapardı. Birincimiz onu görmeden rahat etmezdi. Sadıktı. Duru bir insandı.
Sonra bir gün o da bizi boynu bükük bırakıp gitti. Sonra kızım ben geldim. İşte buracıktayım. Senin yanındayım. Benim bir isteğim var. Öldüğüm gün, onların aldığından fazlasını almadan Rabbime - menzilevarmış olayım. Dilerim ki mahşerde bana gel hadi, seni bekliyoruz desinler.