Bize ne cennet yakın ne cehennem uzak!
Bizler kendi günahlarımızı görmek istemez, cenneti kendimize yakın başkasına uzak görürüz. Cehennemi de kendimize hiç yakıştırmayız. Oysa ne cennet bize bir adım kadar yakındır ne de cehennem...
Bizler kendi günahlarımızı görmek istemez, cenneti kendimize yakın başkasına uzak görürüz. Cehennemi de kendimize hiç yakıştırmayız. Oysa ne cennet bize bir adım kadar yakındır ne de cehennem asırlar kadar uzak
Günahlarımızı görmek istemeyiz. Günahlarımız gündeme geldiğinde, başkalarının günahlarından bahsetmek daha da hoşumuza gider. İlgiyi başka yere çekeriz. Aynı günahı işliyor olsak da onlardan dem vurmayız. Başkasının hata ve günahı daha caziptir her zaman. Bahsedilmek anlamında.
Cennete bakışımız da bundan farklı değildir. Cenneti kendimize yakın, başkasına uzak görürüz. "Ben cennete girmesem kim girer ki? Böyle zan ederiz. Kalbim son derece temiz. Önemli olan niyet değil mi? İyi bir yürek taşıyorum. İçimde hiçbir kötülük yok." Böyle savunuruz kendimizi.
Cehennemi de kendimize hiç yakıştıramayız, kondurmayız. "Cehenneme girecek bunca günahkâr varken bizim orada ne işimiz var? Zaten yanacak bu kadar insan varken bize yer de kalmayacaktır belki." Öyle deriz teselli bu ya!
İman konusunda da tavrımız aynıdır. "Ben tam Müminim, sağlam bir imana sahibim, kâmil bir müminim", deriz. Demesek de, dinde zafiyeti olan birini gördüğümüzde içimizden böyle geçer. Allah'a hamd ederiz öyle olmadığımız için. İşte özellikle bu noktanın insaflıca sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Zira yukarıdaki, "günah, cennet, cehennem ve iman" ile ilgili tespitlerimiz; iman noktasındaki aşırı rahatlığımızdan, 'iman ettim' demekle her şeyin bittiğini sanmamızdan ve insanları küçümsememizden kaynaklanmaktadır.