Ebru Tireli’nin doğacak bebeğine mektup
Anneciğinin parkta koşup spor yaparken uğradığı saldırıyı duyduğumda, ilk aklıma gelen şey senin cinsiyetin oldu. Bebek ya kızsa? Bu ülkede bitmeyen kadına karşı şiddetin ilk örneğini daha ya...
Anneciğinin parkta koşup spor yaparken uğradığı saldırıyı duyduğumda, ilk aklıma gelen şey senin cinsiyetin oldu.
Bebek ya kızsa? Bu ülkede bitmeyen kadına karşı şiddetin ilk örneğini daha ya hayata gözünü açmadan anne karnında yediyse… diye düşünürken “kız” olduğunu öğrendim.
Kız çocuklarını genelde erkek çocuklardan daha çok severim. Çoğu defa daha eğlenceli olurlar. Ama bu kez “kız” olarak dünyaya gelecek olmana fazla sevinemedim.
Kızlara, kadınlara hayatı her gün biraz daha dar eden ve cehenneme çeviren bir ülkeye doğacağın için içimi tam nasıl tanımlayacağımı bilemediğim bir burukluk kapladı.
En son en yakın arkadaşımın dünya güzeli bir kız torunu olduğunda bunları düşünmüştüm: Acaba kadın olarak ilerde bu ülkede nasıl bir geleceğe sahip olacak? Bizim çocukluğumuzda, genç kızlığımızda sonuna dek özümsediğimiz ve kanıksadığımız, hiç geri alınmaz ve sorgulanmaz olduğunu düşündüğümüz özgürlük ve eşitlik koşullarına sahip olacak mı?
İstediği gibi giyinebilecek mi?
İstediğiyle, istediği zaman, istediği yere gidebilecek mi?
Bizim aldığımız “eşitlikçi eğitim” ve “eşitlikçi görgüyü” alacak mı? O “eşitlikçi değerleri” toplum nezdinde benimseyebilecek mi?
Kısaca istediği kız ve istediği kadın olmasına izin verilecek mi?
Kadını aşağılamanın, küçültmenin, toplumdan dışlamanın içselleştirildiği, normalleştiği bir ortamda ve toplumda mı büyüyecek yoksa?
Bunları en son üç yaşındaki Ela dünyaya geldiğinde düşünmüştüm.
Manisa’da şimdi evine yakın bir parkta sırf yolda tek başına yürüdüğü/koştuğu/dışarda olduğu için tekme tokat dayak yiyen annenin dramını duyunca yeniden aklıma geldi.