‘Hürriyet’e sahip çıkmak
7 Haziran seçimine yirmi gün kala, tam kampanyanın en civcivli zamanındaHürriyet’te Cumhurbaşkanı’na hitaben bir başyazı yayımlanmıştı. “Bizden ne istiyorsunuz?” diye kırmızı alarm...
7 Haziran seçimine yirmi gün kala, tam kampanyanın en civcivli zamanındaHürriyet’te Cumhurbaşkanı’na hitaben bir başyazı yayımlanmıştı.
“Bizden ne istiyorsunuz?” diye kırmızı alarm veren yazı, “Neden bizesaldırıyorsunuz?” sorusunu soruyor, devam ediyordu:
“Bizi neden hedef gösteriyorsunuz? Sürgün mü edeceksiniz bizi? Neden korkmalıyız ki? Demokratik bir ülkenin cumhurbaşkanı vatandaşlarına neden korku ile yaşamalarından söz etsin? Korku ve demokrasi yan yana gelebilecek kavramlar mıdır?”
Artık demokrasi olmadığının kanıtları olan vahim satırlar bunlar, diye o zaman da yazmıştım.
Hürriyet’e o günlerde artan “baskı”nın fevkalade kaygı verici olan diğer yanı; gazetecilik camiasını ayağa kaldırması gereken bu çığlığın kayıtsızlıkla karşılanmasıydı.
Birkaç köşeyazarı dışında konuyu ciddiye alıp da üzerinde duran pek olmamıştı.
7 Haziran’ın iktidar tarafından “kadük” sayılmasının ardından, baskı, bu defa Hürriyet’e “açık şiddet” uygulama noktasına vardırıldı.
Dün ve önceki gün gazetelerin baş sayfalarına baktığımda içim acıdı.
Yas dolu “şehit haberleri” kadar önemliydi “Hürriyet”in basılması.
48 saatte, “amiral gazete” olarak anılan bir “yayın organı”, çalışanların can güvenliğini açıkça tehdit eder biçimde üst üste iki kez basılıyor ve yandaş olmayan tüm diğer yayın organlarına da böylece gözdağı veriliyor; buna karşın Cumhuriyetdışında hemen hiçbir gazete olaya manşetlik değer biçmiyordu.
Şükür ki can kaybı olmamıştı ama basın tarihimize geçecek olan bu korkunç vandallığın ardından “basın özgürlükleri” ölümcül darbe almıştı.