Sağırlar diyaloğu
Maalouf’un Çivisi Çıkmış Dünya’sını düşündüm Merkel-Erdoğan basın toplantısını izlerken… DAEŞ’le birlikte, ortak mücadele edeceklerini söylerken...
Maalouf’un Çivisi Çıkmış Dünya’sını düşündüm Merkel-Erdoğan basın toplantısını izlerken…
DAEŞ’le birlikte, ortak mücadele edeceklerini söylerken bile, “İslamcı terör” kavramı üzerinde atışan bir ikili…
Beri yandan…
“Düşünce özgürlüğü”, “güçler ayrılığı”, “muhalefetin demokrasideki yeri” gibi Batı uygarlığında tartışma götürmeksizin anlaşılan ve yerine oturtulan kavramların, gündeme getirildiği anda bizim cenahta yarattığı alerji…
Farklı dünyalardan, farklı kabilelerden gelen iki lidere bundan iyi örnek olur mu?
Maalouf birkaç yıl önce kaleme aldığı “Çivisi Çıkmış Dünya”da tam bunu anlatır. 2000’den bu yana dünyanın yaşadığı “yön kaybını”, insanlığın bu yüzyılda tüm ortak referanslarını yitirmesine ve hasım kamplar, söylemlere ayrılan “kabilelere” bölünmesine bağlar.
“Uygarlık çatışması” diye özetlenebilecek Maalouf’un analizini ilginç kılan nokta; “kırılma”da iki tarafa da eşit yük ve sorumluluk yüklemesidir.
“İki kabile”yi de çok yakından tanıyan yazar halen Paris’te yaşıyor ve de Fransız Akademisi’nin en prestijli üyelerinden biri.
İnandırıcılık krizi
Maalouf 68 yıl önce Lübnan’da doğmuş. ’70’lerde iç savaştan kaçıp Paris’e yerleşmiş. Büyük babası Osmanlı, babası “Hıristiyan Arap” bir Ortadoğu entelektüeli. Kendisini “(biri Batılı, diğeri Doğulu) iki ülke, iki-üç dil ve farklı kültürel geleneklerin bileşeni”yle tanımlıyor.
Karşıt “kabileler”in içyüzünü bilmesine rağmen, gençliğinden bu yana “ilerici-aydınlanmacı geleneğe” bel bağlayan biri olarak insanlığın “ortak kaderi”ne inanıyor. 11 Eylül’den beri başımıza gelen tüm belaları “evrensel değerler temelindeki” bu “ortak kader” ile aydınlanmacı mirası yitirmemize bağlıyor.
Trump’ın “Başkan”lığa tırmanışından beri başucumdan hiç eksik etmediğim “Çivisi Çıkmış Dünya”da yazar, Batı’yı “İslam âlemini barbar olduğu önkoşuluyla” mahkûm etmesi nedeniyle yeriyor; Doğu’yu da kendine dönüp bakmaması ve özeleştiri yapmamasıyla eleştiriyor.
“Bugün Arap (İslam) âleminde eleştirdiğim şey, ondaki manevi bilincin eksikliği; Batı’da eleştirdiğim şeyse, manevi bilincini bir egemenlik aracına dönüştürme eğilimidir” diyen Maalouf ekliyor:
“Bir ‘Doğu sorunu’ varsa, bir de ‘Batı sorunu’ var.”
“Doğu sorunu”nu, “Hâlâ hangi değerleri savunmakta? Neyin savaşını vermekte? İnançlarına nasıl bir anlam yüklemektedir” diyerek irdeliyor.
“Batı sorunu”nu, evrensel değerlere dayanan ilkelerden ödün vermesi nedeniyle “inandırıcılık” kaybına bağlıyor: “Batı, inandırıcılığını yitirirken, ona karşı olan (Doğu!) bu inandırıcılıktan tümüyle yoksun durumda” diyor.