2017… Ya bitmeyen gecelerin sabahı, ya da…
Yılbaşlarına farklı anlam yükleyenlerden değilim. Her yılın sonunda çıldıran şaşaanın mantığını hayatım boyunca anlayamadım. New York başta olmak üzere kapitalizmin bütün...
Yılbaşlarına farklı anlam yükleyenlerden değilim.
Her yılın sonunda çıldıran şaşaanın mantığını hayatım boyunca anlayamadım.
New York başta olmak üzere kapitalizmin bütün başkentleri, her yıl adeta yeniden kuruluyor.
Katledilen güzelim ağaçlar ve gasp edilen nice haklar pahasına sürdürülen küresel şatafatlar…
Bir avuç doyumsuzun bu ve benzeri vahşi zevkleri için, dünyanın yarısı çile çekiyor.
Ya içimizdeki prangasız mahkumların içler acısı haline ne demeli?..
Bu akşam coşanlar, neyi; niçin yaptığını bilmeyen taklit sarhoşları, “Dokuz, sekiz…” diye başladıkları geri sayımı “sıfırlarken” aslında kendi değerlerini “sıfırladıklarını” bilselerdi keşke…
Benim için yeni bir yıl, sayacın; bir tık atmasından ibarettir.
Hatta 60’a merdiven dayamış biri olarak, bu “atış”ları pek sevimli bulduğumu da söyleyemem.
Düşünsenize, birkaç yıldan sonra, “Yaş kaç” diye soran, “Yaş altmış” cevabımın devamını zihninde tamamlayacak:)
O zamana kadar da motor stop etmezse tabii…
Neyse…
Asıl amacım, bu gece uğurlayacağımız 2016’yı değerlendirmekti.
Eskiyen ayları yıldız yaparlarmış ya, yaşanan yıllar da malumunuz; paketlenerek “tarih çöplüğüne” atılıyor.
Ama 2016 sıradan bir yıl değildi.
Bundan sonra, her “yeni” yılın yanında bir adet de “2016” almalı ve artık bütün yılları 2016’nın ışığında yaşamalıyız.
Ulus olarak 2016’yı asla unutmamalıyız.
“Nasıl ki, 1915’i, 1923’ü unutmuyor, her yıl 18 Mart’ı yeniden hatırlıyorsak…”diyecektim ama...
Demek istediğim tam olarak bu değil.
2016’yı, sonraki 15 Temmuz’larda sıradan anma törenleriyle geçiştirirsek yeni ulusal felaketler mukadder olur.
18 Mart 1915’te İngiliz ve Fransız gemilerinin Çanakkale Boğazına gömülmesi mutlak bir “zafer”dir.
Ama 15 Temmuz bir mutlak zafer değildir...
Zira bu seferki düşmanlar, yoğurtla ayran misali hücrelerimize kadar sızmış hainlerdir.
Çanakkale’de düşmanı denize döktük ama içimizden devşirdikleri satılmışlardan kurtulmamız o kadar kolay olmayacak.
2016’daki ihanetler finalinden sonra başlatılan “Milli Seferberlik”, kuruluş yıllarımızdakinden çok daha çetin ve uzun bir mücadeleyi yürütmemizi gerektirmektedir.
Sadece adı “milli” olan eğitimden başlayarak, yeni bir “MİLLET” inşa etmeliyiz.
Bu yeniden yapılanmada önceki hataları asla tekrarlamamalıyız.
Önemli olan, farklı etnik kökenlerden, farklı inançlardan, farklı ideolojik ve siyasi görüşlerden oluşan ama ülkemize karşı yürütülen her türlü kirli operasyona hep birlikte “dur” diyebilen bir “MİLLET” oluşturabilmektir.
Bu kesinlikle zor değildir.
Kaçkınların kurduğu kırk yamalı “Amerikan bohçası”ndan bir “bayrak şuuru”üretilebiliyorsa, biz; bin yıllık geçmişimizle, “Yaratılanı hoş gör; yaratandan ötürü” diyen Yunus Emre’mizle, “Ne olursan ol, yine gel” diyen Mevlana’mızla milli bir şuur oluşturamayalım?