Millet, sistemini de başkanını da 15 Temmuz’da seçti...
Tarih boyunca hiç durulmayan Ortadoğu’nun yanı başında, “3. Dünya Savaşı”nı kapımıza dayayan bir süreç yaşıyoruz. Devletlerin çıkar mücadelesi öyle vahşileşti ki...
Tarih boyunca hiç durulmayan Ortadoğu’nun yanı başında, “3. Dünya Savaşı”nı kapımıza dayayan bir süreç yaşıyoruz.
Devletlerin çıkar mücadelesi öyle vahşileşti ki, yüzbinlerce masum ölüyor, milyonlar vatanından sürülüyor ama medeni batının kılı kıpırdamıyor. Hatta süfli çıkarlar uğruna, teröristler “demokrasi beşikleri”nde besleniyor.
Üstelik de olup bitenler en çok bizi etkiliyor.
Bütün bunlar milletiyle barışık, dış tehditlere karşı uyanık, hızlı karar alabilen dinamik bir Türkiye’yi hiç olmadığı kadar zaruri kılıyor.
Peki öyle miyiz?
Korkarım hayır...
Böyle bir vahşi kurtlar sofrasında dış tehditlere karşı “Baltık ülkesi” rahatlığı sergilerken, tek potansiyel tehlike olarak kendi milletini gören ve bunun için tedbirler alan sakat bir anlayışla yıllarımızı heba etmişiz.
Milletinden korkan devlet...
Bir taraftan “Demokrasi getirdik, halk; kendi yöneticisini kendi seçecek” demişiz, diğer taraftan da “Bu milletin kimi seçeceği belli olmaz” düşüncesiyle, devleti; batı zihniyeti dışında kimsenin yönetmemesi için peş peşe devreye giren “sigorta” sistemleri kurmuşuz.
“Dindarlar da iktidar olabilir ama asla muktedir olamazlar” anlayışı, duvarlarında “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazan meclisten başlayıp, Anayasa Mahkemesi’ne kadar uzanan “vesayetler zinciri”ni dizayn etmiştir.
Hatta milleti, devletten uzak tutmak için gerekirse (28 Şubat sürecinde ve Necdet Sezer döneminde olduğu gibi) cumhurbaşkanı da devreye giriyordu.